Büchner, kısacık yaşamı ama çok parlak evrensel ışığıyla çarpıcı ve trajik bir varoluş öyküsü taşır. O’nun son oyunu olan Woyzeck'de, bu öykünün günümüze dek derin izler bırakacak olan izdüşümü ve son çığlıdır sanki… Yüzyıl öncesinden gelec
DEVAMIeğe atılan ve günümüzde katlanarak anlam kazanan bu çığlık, özünde taşıdığı insanlık gerçeğiyle ilgili acıları ve kaygılarıyla kulaklarımızda uğulduyor; ama giderek karmaşıklaşan dünya düzeni içinde sanki biz onu daha az duyuyoruz.
Bir yandan bilim ve teknik hızla gelişirken, uzaya roketler atılıp, gezegenlere ulaşmaya çalışırken; öte yandan dünyanın her köşesinde açlık ve sefalet kol geziyor… Sömürü düzeni ve adaletsizlik, en temel insani hakları yok ediyor. “Eşitlik” ve “özgürlük” kavramları en modern toplumlarda bile “sınıf farkı” gerçeğini aşamıyor. Eğitim ve kültür, şanslı bir azınlığın elinde çoğunluğu ezmek ve aşağılamak için kullanılan ayrıcaklıklı bir silah olmaktan öteye gidemiyor… Bilinen tüm sistemler tökezliyor ve birer birer iflas ediyor… Ve hangi sistem olursa olsun en büyük para, savunma ya da saldırma fikrinin gereksinimleri için askeri plana ayrılıyor. Ülkeler ve insanlar hala dil, din, ırk ayrımları yüzünden birbirlerini yiyorlar. Açlık, bombalarla doyuruluyor. Barış, savaş tehdidiyle sürüyor…
Doğa, insanlık tarafından katlediliyor… Oysa Büchner’in Woyzeck’e söylettiği gibi “Doğa bittiğinde her şey bitecek!”… “Işıkların parlaklığından gözlerimiz acıyor…” ama “her şey donuk, katı ve karanlık”… Bilim ve teknoloji insanlığa hizmet edecekken, onu önüne katmış sürüyor ve otoriter güçlere dönüşüyor…
DAHA AZ GÖSTER