Ne hakkında konuşuyoruz? (Aslında sahnede gerçekten konuştuğumuz da söylenemez.)
Uzaktaki mermilerden, neredeyse yanlarında hiçbir şey olmadan kaçan bir grup insan kendini bir nehrin kenarında bulur. Maalesef o nehrin üzerinde bir ta
DEVAMInecik dahi köprü yoktur?
Nehrin öte yanında, bir kulübe (sınır güvenliği? kontrol noktası? ya da bir gözetleme kulesi? ve silahlı üniformalılar var (subay? er? bekçi?)
Uzaklardan silah sesi gelir; öyle ya da böyle bu nehirden geçebilmek son şanslarıdır.
Bir tarafta valizin içinde Belçikalı bir nine, onu sürükleyen ve ona ölümüne bağlı Türk oğlu; hamile bir İngiliz kadın, onun Norveçli kocası ve onların kocaman İsveçli bebekleri. Neredeyse ellerinde hiçbir şey olmadan başlarının çaresine bakacaklar, bir şekilde. Bazı çözümler arayacaklar; belki biraz naif, biraz tuhaf, biraz üşütük ama en çok da insani çözümler bulacaklar.
Nehrin öbür tarafında ise, iki tane asker, her nasılsa, emirlere uymaya çalışırlar.
Onlar birbirleriyle uğraşırlarken, « insani » yardımlar gelir, ölümüne yaralı biri geçer, avare bir turist ziyaret eder ve elbette vazifesine aşık bir gazeteci bu durumu belgeler.
Bu oyunda kader yok, sadece tesadüfler ve fırsatlar var, sadece beraber buldukları, hayati yollar var.
Nehrin her iki tarafında da cıbırca konuşan, birbirini anlayan ( ! ) clown-buffonlardır bunlar.
Ne şehit ne de işkencecidirler.
DAHA AZ GÖSTER