Cumhuriyettin ilanınının ardından istihbarat teşkilatı da yeniden yapılanmış, milli mücadelede aktif görev yapmış kişilerin takibine öncelik vermişti. Teşkilatta görevli genç ve atik Tahsin, iyi eğitim görmüş, mutaassıp bir ailenin mensubuy
DEVAMIdu. Görevi gereği devletin içinde bulunduğu batılılaşma yönelişinden etkilenmiş fakat tam da batıya teslim olmayarak, köklerimizi korumamız gerektiğini düşünmekteydi. Çalışma arkadaşlarının bu akımı sorgusuz sualsiz kabul etmelerinden de rahatsızdı. Bu yüzden aldığı görevlerde sürekli ikilemler yaşıyordu. Tahsin yeni evlenmişti, eşi de bu batılılaşma akımından etkileniyordu, eşi Tahsin’in direncini anlayamıyor, Batılılaşmanın beraberinde getirdiği modern yaşama, yeme içme kültürüne, modaya ve diğer tüm akımların büyüsüne kendini kaptırıyordu. İstihbarat dairesinde Tahsin’in yakın mesai arkadaşı Mahir ise Batı’dan oldukça etkilenmiş, sürekli Fransız ve Alman yazarların eserlerini okuyan, övgüler yağdıran, milli mücadelecileri ise bağnaz olarak niteleyen, bu motivasyonla da işini haddinden fazla önemseyen bir yapıya sahipti. Çoğu zaman Tahsin ile ailecek görüşmelerinde aralarında fikirsel tartışmalar yaşanıyordu. Tahsin kendi eşi de dahil olmak üzere kimseden destek göremiyordu.
İstihbarat şefi Hilmi Bey de ‘modernleşen’ Türkiye’de ‘gerici’ olarak nitelenen kişileri sıkı kontrol altında tutmaya odaklanmıştı. Hedefinde bir çok ünlü ve topluma etkisi bulunan isim vardı, bunlardan biri de Mehmet Akif’ti. Onun peşine keşif için pek çok polis takılmıştı fakat daha düzenli raporlanması için bire bir takibi gerekiyordu. Hilmi Bey bu görev için Batılılaşma konusunda kafasının karışık olduğunu bildiği, bir takım tartışmalarına şahit olduğu Tahsin’i uygun görmüştü. Çağırıp görevi anlatıp Mehmet Akif’i de çok tehlikeli bir vatan düşmanı olarak tanıtmıştı. Tahsin, Mehmet Akif hakkında Hilmi Bey’in anlattıklarından fazlasını bilmiyordu. Görevi Akif’in her gittiği yeri, her görüştüğü kişiyi ve konuştuklarını olabildiğince yakından takip etmek ve düzenli rapor tutmaktı.
O zamana kadar peşine takılan polislerin farkına varan Akif ise bu durumdan son derece rahatsızdı. Hatta Sebilürreşad’da yayımlanan ‘Vahdet’ Mehmed Akif’in son yazısı olacak, Mısır’a hicret etmeye karar verecekti. Ancak peşinden oraya kadar geleceklerini, bu denli ileri gideceklerini tahmin bile edemeyecekti. Vefat edeceği yıl olan 1936’nın 16 Haziran’ına kadar da çok sevdiği, dizelerinde
Canı, cananı, bütün varımı alsın da Hüda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda
dediği vatanından ayrılacak ve uzun yıllar dönemeyecekti. Bu onun için hayatının en çileli kesiti olacaktı. Tahsin Akif’in Mısır’a yerleşeceği haberini alır almaz Hilmi Bey’e raporunda bundan söz edecekti. Hilmi bey hiç tereddütsüz işinden memnun olduğu Tahsin’i Mehmet Akif’in peşinden Mısır’a yollayacak, geri dönüşü ne zaman belli olmayan bir serüvene sürükleyecekti. Tahsin ailesine durumu anlatmakta zorlansa da maddi olarak sıkıntı çekmeyecekleri avuntusuyla onları bir nebze yatıştırabilecekti. Akif ile birlikte Tahsin’i de Mısır’da zor yıllar bekleyecekti.
Tahsin izini belli etmemek için küçük, köhne tek odalı bir eve yerleşecek, Akif’e daha yakın olabilmek için de orada tanıştığı biri gibi yanına sokulacak ve dostluk kuracaktı.
DAHA AZ GÖSTER