Tiyatro tarihinin en ünlü ve Shakespeare’in en önemli oyunlarından olan Macbeth konusu bakımından hiç eskimedi, güncelliğini asla yitirmedi. İnsan soyunun güdülerine Shakespeare’in 400 yıl öncesinden tuttuğu ışığın kuvveti o günden bugüne b
DEVAMIir parça olsun zayıflamadı.
İskoçya beylerinden Glamis Beyi Macbeth, sefer dönüşü üç cadıyla karşılaştı. Selamladı cadılar onu:
- Selam sana Macbeth! Selam Glamis Beyi’ne!
- Selam sana Macbeth! Selam Cawdor Beyi’ne!
- Selam sana Macbeth! Selam yarının Kral’ına!
Etkilendi bundan Macbeth! Kim etkilenmezdi ki! Ya da şöyle sormak gerek belki: Kim etkilenmedi? Acaba ilk ve tek kişi miydi Macbeth, kendine bu vaatlerde bulunulan ve bu sözleri ciddiye alan? Öte yandan, Glamis Beyi’ydi zaten. Ve Cawdor Beyi de oldu, cadıların sesinin yankısı daha kulaklarından silinmeden. Neden ciddiye almasındı o zaman?
Oysa en yakın dostu Banquo uyarmakta gecikmemişti onu:
“Başımızı derde sokmak için, şeytanın da doğru söylediği olmaz mı bize?”
Fakat düşünemedi Banquo: Ya kişinin şeytanı kendiyse?
Bir çırpıda karısına anlattı durumu Macbeth. Lady Macbeth’in öğüdünde tereddüde yer yoktu:
“Dünyayı aldatmak isteyen dünyanın rengine bürünecek. Bakışın, ellerin, dillerin gülsün;Yüzünden lekesiz bir çiçek ol, içinden zehirli bir yılan.
”Öyle oldu Macbeth. Kehanetin ve yoldaşının itici gücüyle, aynı zamanda kuzeni olan Kral Duncan’ı öldürüp tacı ele geçirdi. Fakat mesele iktidarı ele geçirmek değil, iktidarda kalabilmek. Bu yüzden de gücünü elinde tutmak için hiçbir şeyden kaçınmadı.
Kimdi Macbeth? Bir savaşçı. Bir asker. Bir erkek. Sadık dost, koca, kuzen… Onu iktidara taşıyacak ilk eylemine girişmeden önce hepsiydi bunların ve belki daha fazlasının. Şimdiyse kan kanı çağırıyor, “kötülükle başlayan kötülükle sağlamlaşır” diye düşünüyordu artık. Uzun sürmedi anlaması, bir daha aynı kalamayacağını.
“Öylesine kan içinde yüzüyorum ki artık, geri gitsem de bela, ileri gitsem de.…Alışmak ister buna. Acemiyiz henüz kan dökmede.
”Öyleydi. Çok da sürmedi ustalaşması. Fakat kan bir kez bulaştı mı ele, kolay olmaz çıkması; kokusu sindi miydi bir kere, çaresiz kalır “Arabistan’ın bütün kokuları”. Ölüm ölümü doğurur, savaşlar yeni savaşları. Savurduğu her kılıçla kendi de alır Zorba, payına düşen yarayı. Ve ömrünün sonu ortasına denk geldiğinde şunları söylerken bulabilir kendini:
“… Yeter bu kadar yaşadığım. Baharı yazı geçti ömrümün;Yaprak dökümü bundan sonrası.İhtiyarlığın keyifleriyse bana haram:Saygılar, sevgiler, sürüyle dostlar bekleyemem.Benim payım olsa olsa sessiz ama derin lanetler.Yüze gülmeler, zavallı yüreklerin Korkudan sever görünmeleri…
”Arzularının esiri mi olmuştu Macbeth? Yoksa hakkı olduğuna inandığı şeyi almak için dönemin koşullarınca belirlenen yegâne yöntemi mi uyguladı? İktidar kimin hakkıydı; en önde savaşanın mı, ayrıcalıklı doğanın mı? Her meselenin kanla çözüldüğü bir dünyada iktidarda kalmanın başka yolu var mı?
İktidarı ele geçirmenin ve elinde tutmanın yolları bugün ne kadar farklı? Hele kendiyse kişinin şeytanı...
DAHA AZ GÖSTER