Müzikal, Puccini'nin "La Bohème" operasından yola çıkarak yazılmıştır.
Hukukun dışına çıkan iktidarla nasıl ilişki kurulabilir? Vatandaşın, protesto, afiş ve bildiri asma, yazı yazma, sosyal medya paylaşımları gibi demokrati
DEVAMIk eleştiri araçlarını, her türlü zorbalıkla elinden alan; ölçüsüz ve hukuksuz şiddeti normalleştiren, eleştirel bir eylemde bulunan herkesi terörist ya da hain ilan eden bir iktidara karşı en doğru direniş yöntemi nedir?
Devlet şiddetinin tahayyül gücünün sınırları zorladığı bir ortamda, yaşadıklarımızı kurmaca bir oyunla, özellikle de bir müzikalle nasıl anlatabiliriz? Basit çözüm formüllerine, romantik sloganlara, kahramanlık anlatılarına düşmeden, kendimizi de eleştirecek, vicdanımızı rahatlatacak değil sorularımızı çoğaltacak bir kurmaca nasıl inşa edebiliriz?
Bu sorulardan hareket ederek yola çıktık. Metin üzerinde altı ayı aşkın bir süre çalıştık. Oyunun temel konusu işgal evi üzerinde yoğunlaştı. İşgal evleri meselesi, gündemimize yakın bir zamanda girmişti. Türkiye’de, işgal evi kavramı, sembolik olarak kullanılan ya da evsizlerin barındığı yerlerden çok, Gezi Parkı gibi kamusal alanlar ile kültürel, sanatsal veya tarihsel mekanları korumak ve bu mekanlara dünya kamuoyunun dikkatini çekmek bağlamında gündemimize girdi. Çeşitli alternatif yollar tartışılarak, nihai olmasa da belirli düzeyde bir uzlaşıyla bu meseleler rahatlıkla çözülebilirdi. Fakat toplumsal olaylarda konuşmanın ve tartışmanın önünü açmak, müzakere araçlarını çoğaltmak yerine sadece şiddeti çözüm aracı olarak benimsemiş bu düzende, bu tür eylemler maalesef onlarca insanın yaralanması, sakat kalması ve hatta ölümüyle sonuçlandı.
Müzikal çalışmalarımızın hız kazandığı günlerde Diyarbakır, Şırnak, Mardin gibi bir kaç il ve ilçelerinde sokağa çıkma yasakları ilan edilerek, bir “temizlik operasyonu” başlamıştı. Operasyonlar bugün de hala sürüyor ve bizler her gün, bizi öfke nöbetlerine sürükleyen ölüm haberleriyle karşılaşıyoruz. Bizler her gün, evleri bombalanmış, taranmış, kentleri ve köyleri yerle bir edilmiş binlerce insanın yaşadığı acıyı ve öfkeyi içimizde hissediyoruz. Fakat şiddetin bu kadar sınır aştığı, zerre ahlak, vicdan ya da kural tanımadan ölçüsüzleştiği bir ortamda içimizdeki öfkeyle nasıl baş edeceğimizi de bilemez bir haldeyiz. İtiraf etmeliyiz ki her yeni şiddet haberiyle biraz daha çaresiz ve şaşkın hissediyoruz kendimizi.
Peki ne yapmalı? Kaçıp gitmek mi gerek? “Aman şiddet benden uzak dursun” deyip insanca yaşayabileceğimiz diyarlara mı göçmeli? Korkaklık mı bu? Yoksa “biraz cesaret” deyip, kalıp direnmeli mi hukuksuzluğa? Ama neyle? Hukuk yoluyla mı? Adalet mekanizmasının içinin çürüdüğü bir sistemde bu ne kadar mümkün olacak? Yoksa sokağa mı çıkmalı? Bağırıp çağırmalı, zalimin yüzüne haksız olduğunu mu haykırmalı? İşitilecek mi sesimiz? Facebook’tan, Twitter’dan destek mesajları mı atmalı her gün? İmza kampanyaları mı yapmalı? Muhatap kim? Kimi kime şikayet edeceğiz? Altımızdaki toprak kayıp gitmiş, çareler tükenmişken yaşama, aşka, dostlarımıza, inadına sarılarak mı direneceğiz?
Yazarın elinin (Deus ex machina) sürekli kafamıza vurduğu, olay örgülerimize hiç durmadan düğümler attığı bir kurmacanın içinde çırpınıp duran oyun karakterleri gibiyiz. Ne yapmalı peki? Bu oyundan nasıl çıkacağız? Yazarı şaşırtarak belki. İktidarı merkeze koymayarak, ona hayatımızın yazarı olmadığını göstererek... Belki.
İşgalde Rapsodi, bu soruları çoğaltmak ve birlikte yeni sorular sormak için karşınıza çıkıyor. Gelin şarkılarımızı beraber söyleyelim, belki bir nebze şifa olur çaresizliğimize.
Teşekkürler: Burcu Halaçoğlu, Cansın Bezircilioğlu, Serhan Erbek, Onur Tanyeri, Ahu Sıla Bayer, Başak Kara, Göze Şenol, Doğanay Cireli
DAHA AZ GÖSTER