Biri kendi “evine” döndüğünde “mülteci” olabilir mi? Bitmek bilmeyen bir yüzyılın, bitmek bilmeyen savaşlarının sonuncusundan feci yıpranmış olan, acılara boğulmuş bir “ülke”deyiz. İki mülteci -yaşlı adam ve karısı- evlerine dönerler. Yaşlı
DEVAMIlar mı, yoksa evlerini, köylerini, ülkelerini terk etmelerine mecbur bırakıldıklarından mı aniden yaşlanmışlardır? Ne de olsa, savaş bir an için bitti. Bitti mi yoksa askıya mı alındı? Onlar, “evlerine” dönebilme cesareti gösteren ilk mültecilerden. Ama döndükleri ev bıraktıklarıyla aynı mı? Ya komşuları? Eski ülkeleri ortadan kayboldu. Onlar, başka bir ismi ve farklı sınırları olan bir ülkeye dönüyorlar. Diğer taraftaki başka bir ülke, başka bir isimde… Zaten, yeni sınır artık bahçelerinden geçiyor. Onları karşılayan; yeni sınırı, yeni ulusal marşı, yeni yönetim biçimi olan bu yeni ülkenin artık yeni bir ekonomik sistemi de vardır. Ölülerin postlarını, yaşayanların bedenlerini, umutlarını, hayallerini kendine sermaye edinen bu sistem, acıları dahi fırsata çevirmenin yolunu bulur. Gündelik yaşam artık toprağı ekip biçmekten değil, topraktaki ölülere ağlamaktan geçer. Bir bedenin sığmayacağı toprak için, binlerce ölü vermek… Bu yüzden savaşın izini taşıyan toprakların boğazlarında hep bir yumru kalır, yürekleri kaskatı kesilir.
DAHA AZ GÖSTER