Bu sevimli gezegene adım atmış herkes ortak bir kaderi paylaşıyor. Her gün, her
saat, hiç durmadan, her kulvarda yapılan sonsuz bir yolculuğa doğuyoruz. Her şey
bizim üstümüze kalmış sanki, herkesten biz sorumluyuz. Başarmayı,
DEVAMI bir şeylerin
geçmesini, daha iyi, daha başka, daha daha… olmasını bekliyoruz. Çabalıyoruz.
Çabaladığımızı sanıyoruz. En azından çabaladığımızı göstermeye çalışıyoruz, en
azından… Uğraşıyoruz, dert ediyoruz. Bu uğraşlar ve dertler bizi nereye götürüyor,
sonuçlar ne kadar değişiyor bilinmez.
İnsan kardeşini seçemiyor. İnsan neyini seçebiliyor ki? Kendini seçebiliyor mu?
Hayatta sadece elimizde olmayan şeylere mi katlanıyoruz? Peki elimizde olanların
hepsini biz mi seçtik? Onlardan razı mıyız? Samuel Beckett 20. Yüzyılın ortasında
Estragon ve Vladimir’e hiç gelmeyen dostları Godot’yu bekleterek belki de insanlığın
büyük sorusuna tercüman oldu; ne oluyor burada? Biz kimi ne için bekliyoruz bu
hayatta? Hayatımızın her döneminde muhakkak bu sorunun cevabı değişecektir, fakat soru şimdilik baki.
Samuel Beckett’in “Godot’yu Beklerken” oyunundan esinlenilmiştir.
DAHA AZ GÖSTER