Bir Delinin Güncesi ilk kez İstanbul İsveç Başkonsolosluğu’nun, MSGSÜ Kadın Araştırmaları ve Uygulama Merkezi işbirliğiyle başlattığı ‘Kadın Yazısı Festivali’ bünyesinde 16 Mart 2018’de MSGSÜ Bomonti Kampüsünün 5. katında gerçekleşmiştir.
DEVAMIr />
Kadın Yazısı Festivali’nin hedefi doğrultusunda toplumsal kutuplaşmada farklı düşünenlere nefes aldırmayan ortamların oluştuğu, toplumsal hezeyanların arttığı, özgürlüklerin kısıtlandığı, kadınlara karşı ayrımcılığın olduğu, ifade özgürlüğünün kısıtlandığı bir noktada Aslı Erdoğan’ın hem edebiyatçı kimliğine verdiğimiz önem hem de düşüncelerinin arkasında duran güçlü kimliği nedeniyle onun bir hikayesiyle festivalde yer almayı istemiştik. Bu nedenler bizim için hâlâ geçerliliğini koruduğu için bu projeyi sürdürmek istedik.
“Bir Delinin Güncesi”nde hikaye şöyle başlar: Ömrünün önemli bir bölümünü akıl hastanesinde geçiren kadın, günün birinde beklenmedik bir anda salıverilir. Her anlamda ‘sistemle’ doğuştan sorunu olan bu kadın daha akıl hastanesinden çıkar çıkmaz çığrından çıkmış, cehenneme dönmüş bir dünyanın ortasında buluverir kendini. Gerçeği algılayana/anlayana kadar olan olur ve o eşsiz deliliğin refleksiyle bütün okları üzerine çekmeyi başarır. İçine düştüğü bu cehennemden kurtuluşun (zekice) ‘deliliğe vurarak’ olabileceğini düşünür oysa işler daha da karmaşıklaşır.
Kadının en naif ve ‘matrak' haliyle cehennemin orta yerindeyken coşkuyla ‘’Liberte… Egalite… Fraternite…’’ (Özgürlük Eşitlik Adalet) diye bağırması, kaldırımın kenarında her an ezilme tehlikesi altındaki yapayalnız bir ‘ayrık otunun’ keyifli direnişi gibidir… Hikâyeyi oyunlaştırırken şu soru dönüp durdu kafamızda: Bireyin tımarhaneler ve hapishanelerle terbiye edilmesi neyin sonucudur?
Bir Delinin Güncesi harikulade bir anlatıma sahip, hem hüzünlü hem de komik unsurları olan (matrak) bir hikaye… Yaşadığımız dünyanın gerçekliği bundan daha güzel sorgulanamazdı. Gerçekler, bir delinin muhayyilesinde nasıl da eğilip bükülebiliyor. Ancak bir deli bu kadar dalgasını geçebilir bu cehennemle…
Aslı Erdoğan’ın ifadesiyle, ‘’… merkezin, tüm merkezlerin dışına kaçan, yalnızca kendi çekim alanlarında savrulan, sık sık kendi karadeliklerine düşen yazılardı bunlar…’’ İşte, Bir Delinin Güncesi, bu öykülerden biri…
Bu hikayeyi, performansa/oyuna dönüştüren Ayşe Lebriz Berkem performanstan oyuna geçiş sürecini şöyle tanımlamaktadır: ‘’İlk 5. Kattaki performansta hikâyenin sadece yarısı vardı; tiyatro mekânına taşımaya karar verdiğimizde hikâyenin tamamını almaya karar verdim fakat oynamaya başladıktan sonra ‘Bir Delinin Güncesi’ kitabındaki diğer hikâyelerden de cımbızlayarak oyuna kattıklarım oldu. Oyun, giderek gelişen organik bir yapıya dönüştü adeta. Benim için alışıldık bir prova sürecinden daha çok seyirciyle buluştukça gelişen bir oyun süreci oldu. Çıkış noktamız ‘anlatandan oynayana’ geçiş aşamasında kadının gözünden (kuş bakışı) bu cehennemi nasıl gördüğünü izleyiciye aktarmak oldu. Amacımız, bu naifliği olabildiğince büyütmek, gerçek dünya algısını ise küçük ölçeklerde vererek bizdeki izdüşümünü izleyiciye hissettirmekti. Umarız bu arada deliliğin itibarını da geri verebilmişizdir.’’
Bu yaşananlar gerçek mi, uydurma mı, yoksa sanrı mı şimdilik biz de bilmiyoruz. Önemi var mı, onu da bilmiyoruz. Hikâye söylemek istediğini söylüyor; biz de hikâyenin bıraktığı yerden sözü devralıyoruz.
DAHA AZ GÖSTER