Hayatı Soldurmadan... Merhaba Cumhuriyet!
Halide Edip'i kim tanımaz. Türkün Ateşle İmtihanı'ndan önce Sinekli Bakkal vardır her çocuğun hayatında. Zaman geçti, karıştırıyor da olabilirim, ama galiba Afife Jale'yi daha önce tanı
DEVAMIdım ben. Otuz beş yıl önce, dokuz yaşında Şehir Tiyatrosu'nda Gerhart Hauptmann'ın Güneş Batarken oyununda sahneye çıkarak başlayan "tiyatroculu"luğum yüzünden kuşkusuz...
Latife Hanım'ı da herkes tanır. Mustafa Kemal'in ilk ve tek karısı, İzmirli Uşaklıgil ailesinin çetin ceviz ve suskun kızı. Ama Fiyriye Hanım'ı çok çok sonra tanıdım. Bu da resmi tarihin bir cilvesi olsa gerekir. Fikriye ismiyle, hayli gecikmeli olarak Melih Cevdet'in, Rahmetli Aydın'ın Naci Emmi'nin filan olduğu bir Büyükada yürüyüşünde karşılaştım. Hayat soluyor. Ne yapsak, ne etsek soluyor. Bu dört kadın da inanılmaz ve vahşi bir hız kazanan günümüz hayatına soluk birer anı olarak yansıyor.
Peki, aksi mümkün olabilir mi? Hayatı soldurmadan bir sahne kurulabilir mi? Yılların hafızanın, hatıranın kaygan köprüsünde dikkatli bir yürüyüş mümkün olabilir mi?
Bunları düşündüm. Bu dört kadını, soldurmadan, bir kez daha hayat yolculuğunda görünür kılabilir miydim? Görünür kılabilir miydik?
Bir sanı dünyasında ansızın uyanan dört kadın... Uyanan dört insan... Dört portre... Tarihten insanları çekersek, geriye ne kalır?
Yaşanan bir şeylerden bahsetmeye çalışıyoruz bu oyunda. İnsanların yaşadığı, insanlara ait olan ve her türlü mitolojiden en az zararla kurtulmuş bir şeylerden...
Bütün bunların, arka planda bir Kurtuluş Savaşı verilirken yaşanmış olması, tarihin cilvesidir belki de; "Merhaba Cumhuriyet."
DAHA AZ GÖSTER