Arda Diben’in bir bütün olarak eserleri temsiliyet bağlamında hem güncel olan zamana hem de zamanlar üstü bir bakışa odaklanan ikili bir doğaya sahip. Klasik sanat yapma biçimlerinin dışında boşluk, form, nesne ve mekanların birbirleriyle ilişkilerine açılan bu dünyaya bakmak, onun ayrıntılarla daha derinine “içselliğine” doğru bir yolcul
DEVAMIuk anlamı taşıyor.
1990’larda hız kazanan yeni teknolojilerle birlikte artan dijital bilgi üretimi ve internet ağları üzerinden paylaşımı, hayatlarımıza karşı koyamadığımız bir imge bombardımanını da getirdi. Jean Baudrillard 1990 tarihli “Kötülüğün Şeffaflığı” adlı uzun denemesinde özellikle işlevselleştirdiği ve bu duruma açıklık getiren “trans” kavramıyla, gündelik hayatın gerçekliğine katkıda bulunan gelişme, ilerleme ve kendini koruma ilkelerinin, artık yok oluşun ve ölme halinin sürekliliğine dönüştüğünü örnekleriyle gösterir. Yaşam ve içindeki her şey bir tür “sanallıkla” sahiciliğini yitirmeye başlamış, alternatif bir gerçeklik olarak paralel yapılar ortaya çıkmaya başlamıştır.
Diben’in eserlerinde gösterdiği distopik şehir manzaraları ve katman katman kurguladığı yapılar da bu bağlamda bilgi toplumlarının tekrarlana tekrarlana içi boşalmış, yıpranmış değerler sistemi içinden insan bilincine dair olanaklı bir bakışı kurguluyor. Ne olduğumuz, yaşamdaki amaçlarımız, değerlerimiz ve geleceğimiz hakkında kültürel kodlarla adeta kirlenmiş bir çağ söz konusu. Bunu en küçük gündelik kullanımı olan nesneden tarih boyunca en büyük yaratımız olan şehirlere kadar her yerde okumak mümkün. Bir yanda CERN’de atomaltı kuantum dünyasının mikrokozmosundan diğer yanda galaksilere uzanan makrokosmosa dek bilincinin sınırlarını genişleten insan, bir yanda böylesi büyük ve köklü gelişmelere uyum sağlayamayan çağcıl figür olarak birey.
İşte sanatçının eserlerinde parça parça ait oldukları gerçeklikten estetik olarak göç ettirilen öğeler yeni fakat karmaşık bütünde anlam bulan böylesi bir manzaraya açılıyorlar. Meselesini anlattığı tuval yüzeyini tıka basa doldurduğunda sanki o belirgin sınırları da aşan daha büyük bir “puzzle'a" bakıyor gibiyiz. İşlerde kendini gösteren teknik yetkinlik, detaylara verdiği önem, ekonomik renk kullanımı ve geometrik bir dil olarak ördüğü grift yapılardan kaynaklı. Spiraller, kareler, daire ve üçgenler, yoğun ve istifçi bir çizgisellik, pozitif-negatif dengesinin gözetildiği boşlukta salınıyorlar. Her biri bir aletten, bir araçtan, bir makine parçasından, binalardan devşirilerek yeni bir kompozisyonda ele alınmış bu yeni “şeyler” distopik şehir manzaralarını hatırlatıyor.
Diğer taraftan II. Dünya Savaşı sonrası “refah toplumu” ve “x kuşağı” bağlamlarını da aşarak şekillenen ve içinde yaşadığımız zamanı karakterleyen hız ve teknoloji çağı, kendi coğrafyamıza indirgendiğinde; tartışmalı “kentsel dönüşüm” çağrışımıyla yerel bir nitelik kazanır. Bunun merkezinde ise ranta endeksli ve hiçbir değer kaygısı taşımayan politikalar var. Güncel olarak şehirleri, doğayı ve hayatlarımızı kuşatan bu “inşa hali” Diben’in eserlerindeki hayali-distopik şehirlerin gerçek kaynağı.
Sakin ve belirli bir mesafeden açılan yaklaşımıyla Diben parçalanmış bir persfektiften görünümler sunuyor. Her şeyin işlevi ve dolayısıyla anlamını yitirdiği bu derin çizimlerde soğuk, keskin, kendini tekrar eden dinamik oluşumlar, gözün-bakışın tanımladığı yeni bir imge dünyasına açılıyor. Tuvalin dışına taşan tanıdık detaylarla dolu ve nesnel referansı olabilen her şey bildik nesnelerin dışında “imkansız” bir dil inşa ediyor.
Şimdi ve burada ise “bireysellik” söylemiyle yalnızlaşmış; artık ancak seyirci olabilen öznenin, gerçekliğin giderek yitirildiği, trans-ekonomi, trans-politika, trans-estetik gibi öğelerle kurulu bir kuşatma altında yaşadığını ve “sahici” olanı da yitirmeye başladığını görüyoruz.
Ufukta ne şekilleniyor henüz bilemiyoruz.
ALİ GAZİ
DAHA AZ GÖSTER