İki genç sanatçı, Cansu Sönmez ve Tuğba Çınar Pg Basement’ın “Sınırda” başlıklı ilk sergisinde, kamu mimarisi, toplum yaşamı, yaşam ve ölümün rolü arasındaki bir dizi ilişkiyi araştırıyor. İstanbul’un sonu gelmez hafıza kaybı ve yıkım döngüleriyle ayırt edilen modern mimari tarihinden yola çıkan iki sanatçı, kentsel do
DEVAMÏnüşümlerin (banliyölerden kente, soylulaştırmadan şirketleşmeye, kamusaldan özele dönüşümlerin) nasıl aynı zamanda hafızadaki bir dönüşümü içerdiğine odaklanıyor: Kalıcı bir durum olarak yıkımın şiddeti -kent yüzyıllardır bir yıkım ve inşa halinde- evde olma olanağını belirsizleştiriyor, tam da bu yüzden geçici ve eğreti olarak algılanan sivil toplumu aşındırıyor. Hafızadaki bir değişim, hatırlanması için belgelenmediğinde zaman karşısında yitip gidiyor, unutkanlığın mekânı haline geliyor.
Kentteki binalar, hangi noktada kişisel hafızanın silinmesine benzemeye başlar? İnsanlara uygulanan şiddet, hangi noktada mimari dışlama ve zor biçimlerine dönüşür? Kamusal travmatik hafızanın tarihi, hep kentlerin toplumsal ve fiziksel dokusunda başlar; inşa edilmiş tarih, ancak hafıza kesinkes silindiğinde fiziksel olarak ortadan kaldırılabilir. Bundan dolayı, Sönmez ve Çınar da pratiklerinde, hafızayı uğradığı kesintiyle birlikte belgelemelerini sağlayacak hafıza kontrol noktalarını arıyorlar. Bu sergide, Zeynep Sayın’ın ufuk açıcı kitabı “Ölüm Terbiyesi”nde (2018) ortaya attığı “sınır” metaforundan hareketle, hafıza kaybına yol açan kent mekânını inceliyorlar: Sınır; kimlik ile hafıza arasında, ikisi de kişisel olmaktan çıkıp merkezi otoritenin insanın eylemliliği üzerinde denetim kurmasının aracı haline geldiğinde kesintiye uğratan bireysel bir karşılaşmanın metaforudur.
Bununla birlikte mimari, yarı inşa etmek yarı paradokstur: İstanbul’da da mimari genellikle hem gücün hem de güçsüzlüğün bir aracı olmuştur. Sınırların çizilmesine ve egemen ideolojilerin kuruluşuna (Bizans, Osmanlı, Cumhuriyet) hizmet ettiği gibi, halk tarafından (çoğunlukla farkında olunmadan), otoriter bir alanın içinde bu otoriteye itiraz etmek ve geçici politik özgürlük alanları yaratmak için de kullanılmıştır; toplumsal hareketler mekânı politikleştiren mimari yapıları işgal etmişlerdir. Cansu Sönmez, bir özgürleşme aracı olarak mimarinin rolünü taklit ederek beton üstünde gerçekleştirdiği maddi yapıbozumlarla, toplumsal mekânın kaosunu, toplumsal alanın doğrusal olmayan tekrar düzenlenişi olarak yeniden yorumluyor. Tuğba Çınar ise, dalları kesilmiş bir ağaçla, başsızlık metaforunu imkânsız bir topluluğun imgesi haline getirerek daha da güçlendiriyor; kendi hafızası ve kimliği olmayan bireyler, meçhul ve yabancılaşmış insanlar olarak kalacaklardır.
“Sınırda”, mülksüzleştirilenlerin bakış açısından yaratılmış, para-mimariyi toplumsal bir fenomen olarak ele alan bir distopyadır. İki sanatçı arasındaki diyalogda sınır, bir tekillik olayını işaret etmektedir: Varoluş olanaklarını düzenleyen en temel mekanizmaların –hafıza ve kimlik- bir sınıra doğru itildiği durumda, yaşamak, hatta ölmek nasıl mümkün olabilir? Etkin unutkanlık mekânlarında yaşamak, tarihin ağırlığının daima etkisiz bir güç olduğu anlamına gelir, bu yüzden iki sanatçı da, parçalanmış bir zamanla bir arada var olmanın ne anlama geldiğine dair kendi bakış açılarını oluşturmak için, yüzlerini kırılgan belirteçlere (işaretler, yerler, görünümler) dönüyor. Sönmez ve Çınar çalışmalarını, “urban survival”dan, sosyo-politik analizden ve hatıra-mekân “continuum”undaki kırılmanın estetik yeniden yorumlarından devşirdikleri stratejileri bir araya getiren bir müdahale olarak görüyor. Küratörlüğünü Arie Amaya-Akkermans’ın üstlendiği sergi, 16 Şubat ile 15 Mart arasında gerçekleşecek.
DAHA AZ GÖSTER