u sene 2.si gerçekleşen NEW PHOTOGRAPHY çağdaş sanat sergiler serisinde “Fotoğraf nedir? “Varsa sınırları nerelerdir?” “Sanatçılar fotoğraf vasıtasıyla günümüz dünyasıyla nasıl uğraşmakta, onunla nasıl iletişime geçmektedir?” “Hikaye anlatıcılığının olası yeni yolları nelerdir?” ve “Fotoğrafçılar başka mecralardan yararlanırken fotoğrafla
DEVAMI nasıl oynayabilirler?” gibi temel sorulara yönelmektedir.
Bazı sanatçılar yalnızca analog çalışıp her bir film rulosunun biricikliğine bel bağlar; bazıları içinse dijital çağda, çekilmiş bir kare sonsuz olasılıklarla üzerinde oynanabilecek ham bir materyaldir. Kimileri için buluntu fotoğraflar farklı bağlamlarda yeni yaratılar ortaya çıkarmanın bir yoludur ve bir araç olarak fotoğrafın geleceği ile ilgili tartışmaya yol açacak biçimde sınırlar zor fark edilir hale gelmişken fotoğraf başka disiplinlerle birlikte iş birliği yapabilir.
Stil ve yöntemlerindeki farklılıklara rağmen tüm bu sanatçılar yaşadığımız dönemin farkındadır ve işleri günümüzün önemli meselelerine karşılık verecek biçimde zamana özgüdür. Bu sergi de bununla ilişkili olarak sergilenen işleri bu bağlamlarda tartışmak üzere “Modern Toplumun Eleştirisi”, “Yeni Belgesel”, “Dijital Çağda Analog Deneyimi” ve “Üslup Kırılmaları” dediğimiz dört ana başlık altında tasarlanmıştır.
Aras Gökten insanın kentsel çevre ile ilişkisi dolayımıyla kentsel mekanı sorgulamaktadır. Gökten kendi günlük yaşamının imgeleri aracılığı ile çoğunlukla günümüzün insan-sonrası gelişimden kaynaklanan yapaylık olarak tanımlanan, yabancılaşma olgusunu irdeler. Hannes Wiedemann sayborgler anlatısı aracılığı ile insanın teknoloji ile ilişkisini gözden geçirmekte ve olması muhtemel imkanları fotoğraflayarak insan ve teknolojinin kesiştiği kavşağı etüt etmektedir. Esther Hovers akıllı gözetim sistemlerini analiz ederek kamusal alanda kensel planlama aracılığı ile iktidar, politika ve kontrolün nasıl ifa edildiğini incelemektedir. Miguel Angel Tornero bel bağlayabileceği nihai obje olarak değil ama oynayabileceği “ham madde” olarak fotoğrafın üzerine gitmektedir. Tornero enstantaneler çekip bir yazılımın tesadüfen seçtiği karelerde “beklenmeyenin ana karakter” olduğu kent kolajları yaratmakta, belgesel fotoğrafçılığın “şeyleri olduğu gibi sunma” misyonunun üstüne gitmektedir.
Rehan Miskci arşiv fotoğraflarını parçalarına ayırıp, yarı-soyut kolajlar yaratmak üzere yeni bağlamlarına oturtarak disiplinlerarası bir yaklaşımla kimlik temasına taze bir perspektif getirmektedir. Bu süreçte fotoğrafı başka mecralarla (enstalasyon,video) ilişkisi içinde kullanır ve iki boyutlu ve üç boyutlu yüzeylerin arasına yerleştirir. “Kendini” merkeze koymayan, kendi kökenine dair karakteristik bir belgeselde Cihad Caner, hiyerarşik olmayan bir tavırla objeler, hayvanlar ve doğa gibi insan-dışı unsurlarla ilişki içinde kendi köklerini fotoğraflamaktadır.
Öncü Hrant Gültekin şehir portreleri enstantaneleri için, her biri kendine has farklı kameraların sınırlılıkları ve sunduğu vizyonun imkanlarını deneyimleyerek analoğa şans tanıyanlardandır. Weronika Gesicka dijital çağda eski baskılarla ne yapılabileceği ve fotoğrafın geçmiş ve günümüz arasında nasıl bir köprü kurabileceği merakıyla, bir imaj bankasından bulduğu eski döneme ait imgelerle, değiştirilmiş ve yeni bağlamlarına oturtulmuş kolajlar yaratmaktadır.
DAHA AZ GÖSTER