NESNELERİN BELLEĞİ Mİ?
Uzaktan bakınca , şeylerin düzeni içinde yüce sandıkları ya da yücelik atfettikleri varlık/nesneyi, okyanusun derinliklerinde muhteşem bir zarafetle devinen ve ürkütücü bir büyüleme gücü sergileyen ama sudan çıkarıldığında iğrenç bir sümük yığını haline dönüşen ahtapot mu sanmışlardı?
Yüce bir imgenin uygu
DEVAMIladığı büyüleme gücü her zaman ölümcül bir boyutun varlığını ifade eder. Lacan’nın dediği gibi ” Yüce nesne tam da ‘ Şey onuruna yükselmiş bir nesnedir. Hiçlik işlevini görmeye başlayan sıradan, gündelik bir nesnedir”. Doğal ortamından çıkarılır çıkarılmaz, artık ‘Şey’ yerini işgal etmeyi bırakır bırakmaz, büyüleyici güzelliği kaybolur ve çirkinleşir. İşte bu yüzden, yüce nesne ancak gölgede, iki arada bir derede ayakta duran bir nesne paradoksu sunar. Tözü açığa çıkarmak için gölgeyi bir kenara itmeye çalıştığımızda, nesnenin kendisi dağılır, geriye sadece sıradan nesnenin cürufu kalır.
Bu dünyayı temel alan bir sanat çalışmasında, karşımızdaki nesneler belirli mekânsal sınırlar içinde yaşıyor ve aynı zamanda nesne rolünü aşıp, kendisi de dünyayla ilişki kuruyor. Sanatçının belirlediği mekânsal-zamansal bir ilişki; Tarkovski’nin “Nesneler temsil edilen dünyanın üslubunda yer almak durumunda değildirler, söz konusu dünya görüşünün içinde kendi anlamlarını ifade etmeleri gerekir” yorumunda; dünyayla ilişkimizi belirleyen ve bundan böyle ölçeği değişen bir nesne vardır. Artık yalıtılmış olmayan ve diğer formlarla karşılıklı bağımlılık ilişkisi içinde olan nesne konumundadır.
“Nesnelerin belleği ” ifadesi, , bu dünyayı temel alan bir sanat karşısındaki konumumuzu görsel olarak açıklığa kavuşturmaya ilişkindir ve sanırım hepimize çok iş düşmektedir.
Belma Ersu
DAHA AZ GÖSTER