“Toplumsal cinsiyetin edimselliği hakkındaki genel yanılsama şudur: toplumsal cinsiyetin bir seçim ya da kıyafet giyinir gibi insanın üzerine giydiği bir öge, sanki bireyin her sabah bir cinsiyet dolabına gidip o gün hangi cinsiyet olacağına karar veren bilinçli bir yapı olduğunun sanılması.”
-Judith Butler, “Önem Taşıyan/Maddeleşen
DEVAMIBedenler”
“Model” sergisi toplumsal cinsiyet sınırları içinde bireyin üzerine biçilen basmakalıp rollere karşı eleştirel bir incelemedir. Judith Butler, Bela Bedenler kitabının yanısıra toplumsal cinsiyet üzerine yazdığı Cinsiyet Belası adlı inceleme kitabında, cinsiyetin, toplumsal cinsiyet ve arzu ile olan ilişkisindeki varsayılan sürekliliğin nasıl bir kimlik politikası ürettiğinin sorgusunu yapar. Bu sorunun Türkiye coğrafyasında nasıl değerlendirilebileceği “Model” sergisinin sorunsallarından biridir.
Bedenin üzerine sanki giyilmesi gereken bir ögeymişçesine oturtulmaya çalışılan, uymadığında da takılması gereken bir peruğu büste oturtmak adına çakılan çiviler gibi zihne çakılan toplumsal cinsiyetin kısıtlamalarını ve yarattığı modelleri sorgulamak üzerine yapılmış kişisel ve kolektif sanatsal incelemelerden oluşuyor “Model” sergisi.
Toplumsal cinsiyetin çatışan kurgusunun bedenin üzerinde bıraktığı iz ve imgelerden sıyrılıp özgünleşmenin mümkün olup olmadığını sorgulayan sanatçılar iktidarın konumlandırdığı sosyokültürel düzene tepki olarak hissedilen ruh hallerini, bazen kaygı bazen arada olma hali, bazen de yalın bir dille var olanı göz önüne sererek “model alma ve olma” olgusunu ele alıyor.
Model varlığında hem temsiliyeti hem meta-maddeyi hem de canlı bedeni barındırıyor. “Model”, hem örnek alınması istenen estetize algıyı hem de şehvetle bakılıp özenilen bir öğeyi kurarken, aynı zamanda da şiddetli tepkilere yol açan hedef tahtası olabiliyor. Kimi zaman toplumsal, kimi zaman kişisel hikayelerden ve bakış açılarından betimledikleri anları, kendi lenslerinden yorumlayan sanatçılar, “Model”i, farklı hikayeler üzerinden değerlendiriyor.
Fırat Uran, Mehrangiz Kar’ın “Death of a Mannequin / Cansız Manken‘in Ölümü”, metni üzerinden yola çıkarak modern islam kültürünün ögelerini absürt bir dille göz önüne seren polaroid çalışmalarıyla eski şehrin modern hikayesini anlatırken, Sinem Dişli’nin Kierkegard’in “Kaygı (Anxiety)” metninden ilham alarak ürettiği fotoğraf serisi, sürekli kendimizi yapma halinde oluşumuzla hissedilen kaygılar ve sürekli salınımda olan kimliklerimiz üzerinedir.
Coşkun Aşar şehrin görmezden gelinen bir kültürünün içinden çıkan hikayeleri ve tanıklığını altı seneye yayılan fotoğraf çalışmasıyla dillendirmeyi tercih ediyor.
Ceren Saner ise çalışmalarında, toplumun genç kesimindeki tabiyet altına alınmış topluluğu kendine özel hikâyelerinden yola çıkarak anlatıyor. Farklı seriler halinde ürettiği fotoğraflarında, yaşadığımız heteronormativ sistemin dışında olma halinin beraberinde getirdigi ‘kullanıma açık’ bedenler olma algısının toplum içindeki izlerini, kişisel hikayelerindeki izlerle takip etmeye çalışıyor.
“Model” sergisi sadece muhafakazar çevrelere değil, özgürlükçü oluşumlarda da kendi öznelliğimizi nasıl buluruz sorusunu yöneltiyor.
Seyhan Musa
DAHA AZ GÖSTER