Kutluğ Ataman'ın durmaksızın kendilerini anlatan, kendi gerçekliklerini ve kimliklerini yine kendi kurgularıyla inşa eden, çoğu da toplumun kıyısında yaşayan karakterleri, benzersiz bir çağdaş "konuşan portreler" koleksiyonu oluştururlar. Bu koleksiyon, onu oluşturan öznelerin tarihlerine olduğu kadar, sanatçının kendisinin ve içinde yaşa
DEVAMIdığı coğrafyanın tarihine, sanatın içinden bir bakışın tanıklığıyla şekillenir.
Ataman'ın yapıtı, çağdaş sanat alanındaki üretiminin başında, belgesel türünden ödünç aldığı bazı stratejiler nedeniyle zaman zaman bu türün içinde değerlendirilmiş olsa da, aslında bir filme belgesel niteliği kazandıran temel kriterden tümüyle uzak durur: Gerçekliğin sunumu veya olayların gerçeğe sadık, doğru bir aktarımıyla ilgilenmez, mesaj vermekten kaçınır. Ataman, eserlerinin merkezinde yer alan ve çoğu kez kendisiyle aynı sorun ve saplantıları paylaşan karakterlerini kendi benliğinin uzantıları gibi düşünür, onlar aracılığıyla kendi kimliğinin keşfine çıkar. Kimliğin hem bireyin kendisi hem de başkaları tarafından sürekli yeniden kurgulanan, sahnelenen, ya da maskelenen yapısını, bir inşaat sahasında çalışır gibi derinlemesine kazar ve yapıtını onun üzerinde yükseltir. Ataman, bu hafriyat alanında şekillenen yapıtının mimarisini de ustalıkla kurarak, öznelerini yalnızca hareketli resimlerin içinden değil, mekâna yerleşen heykeller içerisinden konuşturur, başka bir deyişle anlatıyı heykelleştirir.
2008'de başlattığı "Mezopotamya Dramaturjileri" serisi ile, Ataman'ın yapıtına yeni bir katman daha ekleniyor. Sanatsal üretiminde takip ettiği düşüncenin bu yeni evresinde Ataman, sadece bireylerin veya cemaatlerin değil, coğrafya ve tarihin de inşa edilen, kabuk değiştiren, kendi içinden yeniden doğan birer kurgu olduklarına işaret ediyor.
Türkiye'deki ilk gösterimi Arter'de gerçekleşen, küratörlüğünü Emre Baykal'ın üstlendiği "Mezopotamya Dramaturjileri", birçok kültürün ve halkın doğuşuna sahne olmuş, bu nedenle de "Medeniyetler Beşiği" diye adlandırılan bir coğrafyanın yakın tarihine geri dönerek, Türkiye'nin modernleşme serüvenine ve Doğu'yla Batı, moderniteyle gelenek, küreselle yerel arasındaki karşıtlıklara odaklanıyor. "Mezopotamya Dramaturjileri", moderniteyle ilişkisi gerilim üzerine kurulu bir coğrafyada müzakere alanları açmanın, bu ikiliklerin ötesine geçmenin zorluklarını araştırıyor. Mezopotamya'yı "merkez" denen yerlerde geliştirilen formüllerin sürekli dönüşerek bulanıklaştığı gri bir bölge olarak tanımlayan Ataman, bu bölgenin çelişkilerle yüklü tarihini, gerçekle kurguyu birbirine düğümleyen özgün sanatsal dili aracılığıyla yeniden ziyaret ediyor.
DAHA AZ GÖSTER