Gölgeye Övgü
- Diğer
- 22.01.2009
SİZ DE BEĞENİN
0 kullanıcı beğenisi ile 10 üzerinden 0.0 beğeni
Sergi Hakkında
İstanbul Modern Sanat Müzesi, yeni sergisi "Gölgeye Övgü" ile geleneksel gölge tiyatrosunun 20. Yüzyıl başında sinemaya ve günümüz çağdaş sanatına etkilerini keşfetmeye çağırıyor. 22 Ocak’ta açılacak ve 6 Mayıs’a dek sürecek olan sergi, yedi ayrı ülkeden sekiz çağdaş sanatçının ve 20. Yüzyıl’ın ilk yarısından iki usta sinemacının en öneml
DEVAMIi eserlerini bir araya getiriyor.
Avrupa Kültür Fonu’nun desteğiyle gerçekleşen sergiyle birlikte ilk kez İstanbul Modern, İrlanda Modern Sanat Müzesi ve Benaki Müzesi arasında işbirliği yapılıyor. Serginin küratörlüğünü İstanbul Modern Danışmanı Paolo Colombo üstleniyor. 5 Kasım 2008 - 4 Ocak 2009 tarihleri arasında Dublin’de sergilenen “Gölgeye Övgü”, 23 Mayıs - 26 Temmuz 2009 tarihleri arasında da Atina’daki Benaki Müzesi’nde sanatseverlerle buluşacak.
Gölge tiyatrosunun Türkiye ve Yunanistan’daki köklü geçmişinin çağdaş sanata etkilerini yansıtan “Gölgeye Övgü”, halk masallarına ya da yalın çağdaş anlatılara dayanan çalışmaları kapsıyor ve dans, opera ve müzik içeren gölge tiyatroları, siluetler, çizimler, metinler, elyazmaları, filmlerle birlikte 100’den fazla yapıt sunuyor.
Sergi, gölge tiyatrosu gelenekleriyle çağdaş sanattaki yeni anlatı ruhu arasındaki paralellikleri araştırıyor ve geleneksel sanat biçiminin son yıllarda çağdaş sanat dünyası üzerindeki izlerini aktarıyor. Sadece sanatseverlere değil, sinema, animasyon ve gölge tiyatrosunun tarihine ilgi duyan ziyaretçilere ve her yaştan geniş bir kitleye sesleniyor.
“Gölgeye Övgü” sergisinde Haluk Akakçe (Türkiye), Nathalie Djurberg (İsveç), William Kentridge (Güney Afrika), Katariina Lillqvist (Finlandiya), Jockum Nordström (İsveç), Lotte Reiniger (Almanya), Christiana Soulou (Yunanistan), Ladislas Starewitch (Polonya), Andrew Vickery (Büyük Britanya) ve Kara Walker’ın (A.B.D.) işleri ve filmleri yer alıyor.
Geleneksel gölge tiyatrosunun çağdaş sanat dünyası üzerindeki etkilerini keşfe çağıran “Gölgeye Övgü” sergisi; Güney Afrikalı sanatçı William Kentridge’in başat eserlerinden operadan esinlendiği illüstrasyonlarını, Jockum Nordström’un oyunbaz çizim ve kolajlarını, ünlü Amerikalı sanatçı Kara Walker’ın resimlerini, siluet enstalasyonları ve videolarını, Katariina Lillqvist’in Gümüş Ayı ödüllü kukla animasyonunu, filmlerini, el işi kuklalarını, 1920’lerde ilk siluet filmlerini yaratan, esin kaynağı Karagöz olan, Almanya’nın öncü sinemacısı Lotte Reiniger’ın güncelliğini bugün bile koruyan en ünlü filmlerini, 20. Yüzyıl’ın en tanınmış sinemacılarından, tek resim çevrimli animasyon (stop-motion) tekniğinin ustası Ladislas Starewitch’in eşsiz çalışmalarını, Andrew Vickery’nin bağımsız tiyatrosunu, Haluk Akakçe’nin videosunu, Nathalie Djurberg’in kil animasyon tekniğiyle gerçekleştirdiği videolarını ve Christiana Soulou’nun insan hallerini yansıttığı çizimlerini içeriyor.
Karagöz örnekleri, Ara Güler fotoğrafları, Yurdaer Altıntaş’ın eserleri
Müzenin alt katında ve sergi salonunun girişinde; yurtiçi ve yurtdışından hem özel hem de devlet koleksiyonlarından bir araya getirilen Karagöz oyunu tasvirleri, kitaplar, broşürler, posterler, gazeteler, dergiler ve Karagöz’ün günlük yaşamımıza kattığı renkliliği gösteren çeşitli nesneler sergileniyor. Ayrıca Turkish Cultural Foundation’ın 2007 yılında yoğun bir çalışmanın sonucunda oluşturduğu “Geleneksel Türk Gölge Tiyatrosu: Karagöz” adlı DVD setinden çeşitli Karagöz oyunları ile oyunların sahne arkası da sergi ziyaretçilerinin ilgisine sunuluyor.
Yunan Karaghiozis örnekleri, konu üzerine yazılmış kitaplar da Türk Karagöz’ünün Yunanistan’daki etkilerini vurgulaması açısından ziyaretçilerle buluşuyor. Sergide ayrıca Yunan Karagöz’ünün bir örneği olan “Yorgos Amca’nın Düğünü” adlı oyun sunuluyor.
Bunlara ek olarak Ara Güler’in Karagöz konulu fotoğrafları sergileniyor. Grafik tasarımcı Yurdaer Altıntaş’ın Karagöz üzerine bir portfolyosu video alanındaki LCD ekranda ziyaretçilere sunuluyor. Yurdaer Altıntaş’ın gerçekleştirdiği grafik yorum, Karagöz oyununun ışığa bağımlı özelliklerini perde üzerinde yayılan renk dağılımlarının izlenimleriyle yansıtıyor.
”Serginin kalbinde Karagöz karakteri yatıyor”
Serginin küratörü Paolo Colombo, “Gölgeye Övgü” başlığını 2001 yılında Chicago Çağdaş Sanat Müzesi’nde William Kentridge tarafından gerçekleştirilen bir söyleşiden, Kentridge’in de bu başlığı Junichiro Tanizaki’nin kaleminden çıkan 1935 tarihli In Praise of Shadows adlı bir kitapçıktan aldığını belirtiyor.
Paolo Colombo, Gölge Tiyatrosu’nun, dayandığı köklü gelenek, zenginlik ve öz nedeniyle, sinema öncesi tarihte ayrıcalıklı bir yere sahip olduğunu savunarak, “Bu serginin kalbinde ve temel metaforunda, Türk ve Yunan gölge tiyatrosu gelenekleri, özellikle de Karagöz karakteri yatıyor” diyor.
Colombo, sergide yer alan eserlerin, Türk ve Yunan gölge tiyatrosu dünyasıyla olan özel ilişkilerinden dolayı seçildiğini ifade ediyor: “Bu eserler yüksek ve alt kültür ile Türkiye ve Yunanistan’daki popüler gölge tiyatrosu geleneğini ilişkilendiren iyi bir ağ kuruyor, bireysel eserler, geldikleri kültür ile Karagöz ve Karaghiozis oyunları arasında geniş bir çapraz göndermeler ağı örüyor. Son olarak, çağdaş sanat pratiğinin kalbinde yatan yeni bir anlatısal ruha tanıklık ediyorlar.”
İstanbul Modern Yönetim Kurulu Başkanı Oya Eczacıbaşı, serginin kavramsal oluşumundan başlayarak tüm hazırlık aşamalarında öncülüğünü ve koordinatörlüğünü üstlenen İstanbul Modern’in, ilk kez üç müzenin işbirliğiyle özgün bir sergi gerçekleştirdiğini vurgulayarak, “Böylece İstanbul Modern, daha önce ‘Tasarım Kentleri’ sergisiyle olduğu gibi, uluslararası gezici sergiler haritasında ortaklaşa düzenlediği projeleriyle de yer alıyor” diyor.
Oya Eczacıbaşı, sergiye paralel olarak düzenlenen etkinlik ve gösterilerin, geçmişten günümüze ulaşan önemli bir kültür mirasımız olan Karagöz’ün yeniden gündeme gelmesini sağlayacağına değinerek, “Sergi, özellikle, unutulmaya yüz tutan gölge tiyatrosu geleneğinin, Avrupa’da gerçekleştirilen çağdaş sanat üretiminde yeniden kullanılma biçimlerine izleyicilerin tanıklık etmeleri için eşsiz bir fırsat sunuyor” görüşünü dile getiriyor.
Sanatçılar
İnsanın teknolojiyle ilişkisini irdeleyen, zaman zaman biyoloji, geometri ve mimariyi anıştıran videolarıyla tanınan Haluk Akakçe (1970), bu sergide yer alan “Gölge Makinesi”nde Offenbach’ın müziği eşliğinde bir nesneler ve dönen tekerlekler geçidi sunuyor. Akakçe’nin video çalışmalarına çoğunlukla ya özel olarak bestelenmiş ya da var olan klasik bir eserden uyarlanmış müzikler eşlik eder. Bilgisayarda üretilmiş imgelerin ipnotik niteliği, filmlerinin müzikleriyle daha güçlü biçimde vurgulanır.
Nathalie Djurberg (1978), sergiye kökleri, geleneksel masalların dünyasına dayanan kısa ve güçlü anlatıları kurgulamak için kil animasyon tekniği kullandığı iki eseriyle katılıyor: “Cesur Madeleine” ve“Viola”. Bu anlatılarda, sık sık bilinçaltı göndermeleri yapan, bazen acımasız ama aynı zamanda alaycı bir mizah duygusunun egemen olduğu bir dünya yaratılır. Sanatçı, prodüksiyon ve animasyonunu tek başına yaparak yönettiği bu videolarda, gölge oyunu yapımlarının en önemli özelliği olan “yalnız adam” ruhunu sürdürüyor. Djurberg’in her zaman birlikte çalıştığı Adam Berg’ün film müziği baskındır, saplantılıdır ve imgeleri hikâyelerinin sonucuna doğru, saat mekanizması ritmiyle ilerler.
William Kentridge’in (1955) sergide yer alan önemli işleri arasında, Mozart’ın “Sihirli Flüt”ünün kısaltılmış bir yorumu olan “Flütü Hazırlamak” için gerçekleştirdiği ön çizimler ve minyatür tiyatro maketi de var. Sanatçı, 1999 yılında 6. Uluslararası İstanbul Bienali için özel olarak hazırladığı, Türk ve Yunan gölge oyunlarına doğrudan göndermeler içeren “Gölge Geçidi”nden bu yana siluet tekniğiyle çalıştı. Sergide yer alan, sahibinin arzusuna göre ayarlanabilen, değişken boyutları olan “Geçit” ise, “Gölge Geçidi” videosundaki karakterlerden türetilen, insan kategorilerini temsil eden kişilerin bir heyeti. Siluetler, tanımlanabilir bireysel duygu dünyalarını ifade edeceklerine, “insan tipolojileri” yaratır; yöntemin bu niteliği Kentridge’in evrensel temalar üzerinde yoğunlaşmasına, izleyiciyi kişisel olarak etkileyen eserler yaratmasına olanak tanır. Sanat ve tiyatroyu, müziği kullanmayı gerektiren eserler üreten Kentridge, aktörler, şarkıcılar ve müzisyenlerle işbirliği yaparak, çokyönlü ve “bütünsel” bir sanat eseri kavramının sınırlarını keşfettiği oyunlar ve operalar gerçekleştirir.
Filmlerinde kendi yaptığı kuklaları oyuncu olarak kullanan bir sinemacıdır Katariina Lillqvist (1963). Hikâyelerini çoğunlukla var olan masallardan ya da edebiyat klasiklerinden, tarihten ve eski inanışlardan uyarlar. Filmleri kendine özgü karanlık bir nitelik taşır, insanın çaresizliğine ilişkin keskin bir farkındalığı yansıtır ve savaşın yıkıcı etkileriyle insanlar üzerinde yarattığı çatışmaları irdeler. Sanatçı, sergiye iki film ve filmler için yaptığı kukla ve dekorlarla katılıyor. 1996 yılında Berlin Film Festivali’nde Kısa Film kategorisinde Gümüş Ayı’yı alan “Köy Doktoru” başlıklı kukla animasyonunda, Saraybosna mültecilerinin anıları, Franz Kafka’nın öyküsünün konusuna oturtularak dramatize edilmişti. “Köy Doktoru” ve “Genç Kız ve Asker” de, yalnızca Lillqvist’in sanat yaşamında değil, William Kentridge’in çalışmalarında da etkisi olduğu bilinen tiyatro yönetmeni ve ressam Tadeusz Kantor’un dünyasına bir saygı duruşu niteliği taşıyor.
Çizim ya da kolaj tekniklerini kullanan Jockum Nordström (1963), popüler kültürün, geleneksel masalların, cinselliğin ve arzunun iç içe geçtiği, hem derinliği hem de genişliği olan sahnelere hayat verdiği karmaşık anlatılar kurar. Nordström, çoğu kez dönemden döneme atlayıp, sık sık idealize edilmiş bir 18. Yüzyıl ile 19. Yüzyıl başlarından, günümüzün özgürleşmiş dünyasına kadar göndermeler yapar. Biçimsel olarak Yunan ve Balkan halk sanatlarına birçok yönüyle benzerlik gösteren işleriyle, bize İsveç’in toplumsal dinamikleri ve kişilerarası oyunları üzerine geniş kapsamlı yaşam manzaraları sunar. Oyunbaz doğaçlama ruh haliyle, naifliğe, gerçeküstücülüğün imgelerine, popüler kültüre dokunan Nordström’ün sergide kâğıt üzerine 19 işiyle birlikte, “I Sin Ensamhet” başlıklı video animasyonu yer alıyor.
1920’lerde gölge sineması tekniğini geliştirerek, 20. Yüzyıl’ın ilk yarısının en önemli animasyon ve film hilesi kullanan yapımcılarından biri olan Lotte Reiniger (1899), olağanüstü bir teknik ustalık ürünü olan ve animasyonlu şiirselliğin başat eserlerinden biri sayılan “Prens Ahmet’in Maceraları”nı 25 yaşında tamamladı. Yıllarca geleneksel Türk gölge tiyatrosu üzerine Metin And ile mektuplaşan Lotte Reiniger’ın üslubu, sinemanın teknikleriyle geliştirdiği Çin gölge oyununa dayanır. Reiniger, meslek yaşamı boyunca genellikle masalları ya da operaları temel alan birkaç film yarattı ama birkaç yıl da gölge tiyatrosu için yazdığı oyunlarda oynadı.
Sergide Lotte Reiniger’ın 1923-1926 yılları arasında Berlin’de çektiği, Jean Renoir ve René Clair gibi yapımcıların büyük övgüsünü kazanan, seksen yıl önceki güncelliğini bugün bile koruyan, sinema tarihinin ilk uzun metrajlı animasyon filmi “Prens Ahmet’in Maceraları”, masal hayranı ve Mozart tutkunu sanatçının, Bizet’nin operası üzerine nakşedilmiş enfes parodisi “Carmen”, herkesi birlikte şarkı söylemeye, mırıldanmaya ve ıslık çalmaya davet eden bir müzikal olan Mozart’ın “Sihirli Flüt”ündeki mutlu kuş avcısı “Papageno”, “Saray’dan Kız Kaçırma”dan alıntıladığı “Harem’de Bir Gece” başlıklı filmlerinin yanı sıra, sergide filmlerinde kullanılmış özgün siluetler ve Tübingen’deki Lotte Reiniger Koleksiyonu’ndan ödünç alınan özgün sahne çizimleri gibi çeşitli malzemeler de yer alıyor.
Sergiye 70 çizimlik bir dizi olan “Su” adlı yapıtıyla katılan Christiana Soulou (1961), insan halleri üzerine anlatımlar olan bu çizimlerle, sürekli değişen, hareketli ve her duygu geçişinde kendini dönüştüren bir iç dünyayı irdeler. Soulou’nun çizimleri zihinsel durumlar üzerine odaklanır, dansla ve tiyatroyla doğrudan bir ilişki içindedir. Bu çizimler Heinrich Kleist’ın kukla tiyatrosundan Oskar Schlemmer ve Hans Bellmer’e uzanan bir geleneği sürdürür ve geliştirir. Sanatçının ilk kez bu sergide gösterilecek bir animasyonu da sunuluyor.
20. Yüzyıl’ın en tanınmış sinemacılarından ve tek resim çevrimli animasyon tekniğinin (stop-motion) ustası olan Polonyalı film yapımcısı Ladislas Starewitch’in (1882) filmlerinde, popüler eski inanışlardan ve geleneksel masallarından süzülüp gelen karmaşık öykülerin özellikle zor sahnelerinde, çok sayıda kuklanın aynı anda hareket ettiğini görmek mümkündür. Filmlerinin tüm kuklalarını tasarlayıp, üreten, aynı zamanda senaryo yazarı, sahne tasarımcısı, ışıkçı, ses teknisyeni ve yönetmen olarak görev yapan Ladislas Starewitch’in küçük ekibi, kızları Irene ve Nina ile eşi Anna’dan oluşuyordu. Tim Burton gibi çağdaş sinemacıları etkileyen Starewitch, La Fontaine’in fabllarına dayanan öykülerini mizah, ironi ve müthiş bir teknik beceriyle harmanlayarak özgün yorumlar yarattı.
Sergide Ladislas Starewitch’in, aslan kral da dahil, bütün hayvanların güvenini kötüye kullanıp başbakan olan kurnaz ve hain bir tilkinin öyküsünü anlattığı, hareket ve mizah dolu, faşizm karşıtı imaları nedeniyle kimi ülkelerde sansürlenen tek uzun metraj filmi “Tilkinin Hikâyesi”, tüm filmlerinin en güçlü karakteri olan yavru bez köpek Fétiche’in, küçük bir kızı mutlu etme çabasını anlatan en ünlü kısa filmi “Maskot”, Charlie Chaplin, Tom Mix, Mary Pickford ve diğer kukla karikatürleriyle Hollywood’un hicvedildiği “Siyah-Beyaz Aşk”, köy yaşamıyla kent yaşamının keskin zıtlığını gösterdiği, ilhamını eğlence dünyasının görkeminden ve acınacak halinden alan, moderniteye adanmış bir övgü niteliğindeki, sözde “kükreyen yirmiler”de yaşayan fareleri konu alan La Fontaine’in fablının sıradışı uyarlaması “Kent Faresi/Köy Faresi” başlıklı filmleri gösterilecek.
Andrew Vickery (1963), İrlanda Modern Sanatlar Müzesi’nin koleksiyonunda yer alan ve bir çeşit çağdaş kukla tiyatrosu sunumu olan, minyatür tiyatro sahnesini sergiliyor. Çizimlerini fotoğraflayıp kendi kurduğu küçük sahnelerde slayt gösterisi olarak sahneleyen sanatçının “Ne Gördüğünü Biliyor musun?” çalışması, Richard Wagner’in Parsifal operasının sahnelenişine katılmak üzere Bayreuth’a yapılan bir yolculuğu anlatan düşsel bir günlüğe gönderme yapar.
“Gölgeye Övgü”de Kara Walker’ın (1969) Karagöz ve Karaghiozis oyunlarıyla birçok özellik paylaşan videoları ve siluet enstalasyonlarının yanı sıra, çizimleriyle birlikte resimleri de sergileniyor. Son yıllarda gölge oyunu tekniklerine kucak açan Walker, hem video animasyonlarında hem de gerçek gölge oyunlarında bu tekniklere yer veriyor. Walker’ın çalışmalarının çoğu, video animasyonlarında ve gerçek gölge oyunlarında ırk, toplumsal cinsiyet ve cinsellik konularını araştırmak için kullandığı özgün gölge tiyatrosu gelenekleri ve teknikleriyle yakından ilişkilidir. Kara Walker, kölelik sapkınlığını ortaya koymak için Amerika Birleşik Devletleri’ndeki iç savaş öncesi dönemi yeniden canlandırır. Köleliğe dayalı toplumsal ve ekonomik sistemin bozukluklarını yansıtmak için, eserlerini siluetler üzerine kurar. Eserleri, şiddetin ve ırklararası cinselliğin patlayıcı bir karışımıdır. Hikâyeleri kâbusumsu bir özelliğe sahiptir, yine de kışkırtıcı bir mizah duygusu içerir ve dikkatimizi taciz üzerine kurulmuş bir sistemin dehşetine ve çelişkilerine çeker.
Sergide yer alan “Atlanta Savaşı”nda Kara Walker, tarihî olayları, görünürde savaşa paralel olan ama yine de uygun biçimde bireyler ve aileler üzerinde köleliğin trajik bedelini gösteren anekdotlara odaklanan bir dizi vinyetle yeniden kuruyor. Walker’ın lazerle kesilmiş çelik figürlerden oluşan 22 parçalık “Yanan Afrika Köyü” başlıklı çalışması ise, belirli bir biçimi olmayan bir oyun takımı ve daha çok koleksiyoncunun kendi özel anlatısını yaratarak etkileşim kurması gereken bir çalışma.
DAHA AZ GÖSTER
Sergi Tarih Aralığı
Bu sergi sona ermiştir.