Space Cactus, Candan İşcan’ın “Flowers of the Night” başlıklı kişisel sergisine ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor. Sanatçının canlı yaşamın dönüşümünü, kaçınılmaz doğal yıkımı ve yok oluş sonrasını cesaretle karşılayan son işleri 12 Eylül – 31 Ekim tarihleri arasında Space Cactus’te görülebilir.
Endişeli şehirlerde yaşıyoruz, b
DEVAMIedenlerle dolup taşan, etten ya da değil. Depresyon, yalnızlık, kaygı bozuklukları kol geziyor. Bütün bu kaosun ortasında, başka bir şey olan, doğa çağırıyor. Kendisi için var olabilirmiş gibi, kelimenin kendisi bir şey ifade edebilirmiş gibi. Fakat şehrin sınırları dışında bir doğa yok, insanların çekip gittiği ya da hiç yerleşmeye yeltenmediği boş topraklarda, bize saf gelecek bir şey yok. Çelikten ve betondan, ekranlarla dolu dünyalarda doğup büyüyen yaratıklara orman, deniz, dağ ve yavaşça ama kesin olarak yok ettiğimiz bütün bu yaşam daha uzak, daha tuhaf gözüküyor.
“Tuhaf kurmaca” alt-türüne benzer olarak “tuhaf doğa” fikri, bu işler için bir başlangıç. Geleceğin, özellikle kıyamet sonrasına dair Dünya’ya dair hayal edilen imgenin, üzerinde hiç bir şey yaşamayan bir çöl olmayabileceğine, bunun yerine medeniyetten olabildiğince uzak ve yaşamla dolup taşan bir gezegenin var olabileceğine dair bir fikirden yola çıkıyor. Ballard’ın Drowned World kitabındaki tropik ormanların yuttuğu şehirlere; VanderMeer’in Güney Menzil Üçlemesi’nde anlattığı, henüz hayal edilmemiş biçimleriyle doğurucu süreçlerin gücüne, Merleau-Ponty gibi beden üzerine yazan düşünürlere dayanıyor.
Bir çiçeğin şaşaası, bir kemik yapısının tamamlanmışlığı ve kanalların, damarların, birden çok bedeni uçtan uca kesen hatların taşkınlığı. Gelmesi yakın olası bir çağ böyle hayal edilebilir: Atık birikintilerinde, uçsuz bucaksız bir kentin yıkıntılarında, plastik dolu okyanuslarda, baştan başa zehirlenmiş kıtalarda yeşeren bir gelecek. Dünyanın en büyük şantiyelerinden birinde, sokakları bir beton nehri doldururken ve bina içlerinde sürülen yaşamın şeklini şaşırtıcı biçimlerde dönüştürürken.
Doğa diye bir şey hiçbir zaman var olmadı. İnsanın kendi imgesini yeniden yaratmak için kullandığı bir teknolojiden ibaretti. Sona yaklaşırken ve gezegenin kaderini elimizde tutarken, fark ediyoruz ki aslında tek bir doğa vardı: İnsanın kendi eliyle inşa ettiği insan doğası. Dünya artık bir insan gezegeni, geriye ondan başka yaşayan bir şey kalmayana dek dönüşecek dev bir tek-kent. Bu kalabalık, kirlenmiş, ağzına kadar endişe dolu şehirde yaşanan hayatlar, doğada bulmayı umduğumuz hakikate kıyasla geçici birer yanılsama.
Bu sergi, yok olanlara ya da kaybolacaklara yas tutmakla zaman harcamıyor. Aksine canlı yaşamın dönüşümünü, kaçınılmaz doğal yıkımı ve yok oluşu cesaretle karşılıyor. Umutsuz değil. Bunu bir son olarak görmek yerine, yeniden bir doğuşa ve bu doğuşun muhtemel türlerine odaklanıyor. Tüm canlı yaşam son bulsa, nehirler kuruyup denizler kaynayıp buharlaşsa, yerkürenin her köşesi zehre bulansa da, yaşam yeniden ortaya çıkabilir. Uzak gelecekte Dünya belki şifa bulabilir. Tekrar nefes alıp, tekrar doğurabilir ve belki bu gezegen yine yabani bir güzelliğe bürünebilir; ve belki, sadece belki, insanlık imparatorluğunun yıkıntıları üzerinde bu canlılardan bazıları dolaşıyordur.
DAHA AZ GÖSTER