“Zaman” madde, enerji ve mekân üçlüsüne bağlı bir gelişimdir: tüm bu yapılar sabitlendiğinde ya da herhangi bir değişime uğramadığında zaman olgusundan bahsetmeyecektik. Kendimizi evrimin en üst noktası olarak görme eğiliminde olsak da bizler aslında değişime uğrayan yapı bozumlarıyız. Birer yapı bozumu olarak çevremiz
DEVAMIi saran büyük bir estetik yönlendirmenin içindeyiz. Henüz bunun mevcut durumumuzu korumak adına, oluşturduğumuz bir illüzyon olduğunun farkında değiliz. Devam etmesi gereken diğer diğer tüm türler gibi...
Herhangi bir bitkinin görüntüsü bizler tarafından estetik olarak görüldüğü için bunun bir yapı bozumu olduğunu algılayamıyoruz. Bu aslında entropinin yani bozgunun belirtisidir. Kar tanesinin mikroskobik görüntüsü termodinamiğin ikinci yasası, soğumanın getirdiği bir yapı bozumu olduğu halde, bunu da estetik görüntüsü nedeni ile “iyi” olarak betimliyoruz. Fakat aynı şekilde var olan bir hortum, kasırga ya da gökyüzünde çakan bir şimşek, bizi korkuttuğu için, estetik değerden öte yok oluşumuzu, varlığımıza olan tehdidi algıladığımızdan kötü olarak nitelendiriyoruz. Aslında ikisi de aynı şey. Biri yaşama dair arkaik bir güven veriyor. Diğeri ise yaşam üzerindeki varlığımızı tehdit ediyor. Yaşama sıkı sıkı tutunan genlerimiz seçimini çiçeğin estetik görüntüsünden yana kullanıyor. Oysa çürüme ya da yok olma evrimin bir sonra ki basamağıdır.
Artık biliyoruz ki içinde bulunduğumuz evren ve üzerinde yaşadığımız dünya mükemmel işleyen bir sistemin sonucu değil, aksine kaotik bir rastlantının sonucu. Yine de mükemmel çünkü yaşayabileceğimizi ya da nefes alabileceğimizi düşündüğümüz tek yer şimdilik burası, çünkü geleceği henüz ön göremiyoruz. Bizden sonra türlerin devam edip etmeyeceği, doğanın kendini iyileştirme ve yeni türlere zemin hazırlama durumu ve daha merak edilen birçok değişken mevcut olasılıklar arasında.
Bugün hücreler arası ortaklık sistemleri üzerinden bizden öncekinin bilgisine, herhangi bir bakterinin hücre yapısı, bir insan ya da hayvanın DNA'sı ile ulaşabiliyoruz. Bilgi anlamında zamanda geriye dönük bir yolculuk üzerinden bugünü şekillendirebiliyoruz. Peki ya bizden sonrası? Laplace, “Evrenin bugünkü durumu, evrenin önceki durumunun sonucu; sonraki durumunun ise nedenidir.” derken Determinist bir yaklaşımla evrende var olan her şeyin birbiri ile sonsuz bağlantısına değinir.
Elbette bu güçlü bağlantının sadece doğa için değil, doğanın getirisi olan bu toplumsal sistem içinde geçerli olduğunu söylemek doğru olacaktır. Bir “tür” olduğumuzu var sayarak doğanın bu sistematik bağlantısını taklit ederek, yapay bir şekilde ürettiğimiz bu toplumsal sisteme uyarladığımızı rahatlıkla söyleyebiliriz. Belirli bir hiyerarşik düzen ve bu düzenin getirdiği mevcut oluşumlar, sistem dahilinde her şeyin birbiri ile olan güçlü bağlantısı; bugünün düzenini tamamen desteklemek ve ayakta tutmak için ideal bir zemin hazırlıyor. Bizler öğrendiklerimizi geliştirmek konusunda gerçekten güçlüyüz. Asıl sorun şu ki geliştirmekte olduğumuz bu sistem bizler için gerçekten “ideal” olan mı?
Yaşama sıkı sıkıya tutunan ve bizleri belirli bir illüzyon ile hayata bağlayan genlerimiz gibi, sistem içerisinde sonradan oluşturduğumuz bu yapay bilinç de kendini korumak adına daha ne kadar katı bir yapıya bürünecek ? henüz hiçbirimiz bilmiyoruz.
Evrenin yüzde beşlik bir bilgisine sahip olduğumuzu düşünerek,milyarlarca olasılığın arasından herhangi birine katı bir şekilde inanmak, tuhaf ve gerçekten insana özgü.
İnanç sistemlerimiz ve diğer tüm her şey mevcut bilinci korumak adına gerçekten elverişli bir yapıya sahip.
Korumak ve tüm bu yapıları ayakta tutmak istiyoruz çünkü kendimizi gerçekten fazlasıyla önemsiyoruz yüceltilmeyi ve kendimizi diğer tüm türler arasından piramidin en tepesine koymayı, piramidi çizenlerin biz olduğunu bildiğimizden uygun görüyoruz.
Türlerin yücesi !
“ Eğer yüceltme küçük düşürücü bir işse neden yıkım ve tahrip etme de tam tersini yapıp sanatı yaratmasın?” (Lars Von Trier - The House That Jack Built)
YONCA KARAKAŞ
DAHA AZ GÖSTER