Her şeyin “böyle gelmiş, böyle gidecek” umutsuzluğuna kapılıp gittiği günümüzde insanların hayatlarını değiştirmek için dahil olduğu pek çok pratik mevcut. Bunlardan bazıları Tanrı ile kurulan bir anlaşmayı içerirken, bazıları kişinin kendine verdiği sözlerden oluşuyor. Kutsal ve dünyevi arasındaki çizgi bulanıklaştıkça materyalist, çıkar
DEVAMIcı, bencil talepler daha görünür oluyor. İnsanlar ya da insanlık, potansiyelini yavaş yavaş kaybedip gerçekleşmesi mümkün olmayan/şansa bağlı dileklere tutunmaya çalışıyor. Bencillik, hayal kurmanın bile materyalist kalıplara sıkışması, toplum ile bireyin yaşadığı karşılıklı gerginlik, Ulus Baker’in Spinoza’dan mülhem sözleri ile, “iyi karşılaşmalar örgütlemek” imkanını sıfırlıyor. Bu noktada insan, eli kolu bağlı olsa bile umut ederek bir şeyler diliyor. Etrafını saran her türlü baskı, insanın umut etmek, dilekte bulunmak, istemek ve talep etmek gibi dış dünya ile kurduğu farklı ilişki türlerini sarsmış durumda. Umutsuzluk da bir tür devam edememeyi getiriyor yanında.
Bir Mucize İhtimali, umut etmenin, dilekte bulunmanın, istemenin, talep etmenin–yahut arzulamanın–irili ufaklı mucizelerin gerçekleşmesini istemek olduğu ön kabulü ile hareket ediyor. Bu umut ediş ise “İnsan neyi diler? Neyi umut eder?” sorularını beraberinde getiriyor. Bu soruların ve potansiyel cevaplarının irdelenmesi noktasında serginin kavramsal çerçevesi aynı adak pratiğinin etrafında dönen yedi hikaye ile somutlanıyor. Hikayeler de genel olarak şans, kader, umut, niyet ve korkunun insan yaşamındaki düzensizliği üzerine yazılmış, neden ve sonuç ilişkileri karmaşık hikayeler. Toplumun farklı katmanları, farklı çevreler ve dönemlerden yedi hikaye, İstanbul’dan San Francisco’ya, Atina’dan New Mexico’ya farklı ülkelerde kiliselerde halen bir ölçüde sürdürülen ama giderek unutulmaya yüz tutmuş bir adak pratiğini merkezine alıyor. Bir adak dolabına asılmış yedi adağın (Yun. tama, çoğ. tamata) hikayesini aktarıyor aslında.
DAHA AZ GÖSTER