Yalnızca içteki yakındır; başka her şey uzak.Ve bu içteki tıka basa doludur ve her güntepeleme dolar her şeyle; tarifsiz biçimde.Ada çok küçük bir yıldız gibidir,uzamın farkına varmadığı ve sessizce yıktığıbilinçsiz korkunçluğu içinde,öyle ki, ne ışık alır, ne işitiliryine detüm bunlar artık bir son bulsun diyeada kendi çizdiği karanl
DEVAMIık yörüngesindeyürümeyi dener, körlemesine, bilmeden planınıgezegenlerin, güneşlerin ve sistemlerin.
—Rainer Maria Rilke, “Ada (III),” Yeni Şiirler
Devasa bir yalnızlığa ortak oluyoruz bir yıldır. Sonunu görme dileğine kimi zaman tedirginliğin, kimi zaman umudun eşlik ettiği bu süreç, bildiğimiz dünyada topluca yaşadığımız ilk olağanüstü durum. Beraberinde gelen müşterek yoksunlukların önde geleniyse yakınlık. Fiziksel, sosyal, tensel, görsel, işitsel yakınlıklar, içinde mahremiyet anlamını da barındıran bu kelimenin akla ilk gelen katmanları.
Yeni doğan bebeklerini kucağına ilk kez alan anneler genelde elini tutup adeta hoş geldin derler. Bireyin annesiyle kurmaya başladığı dokunmaya, seslere, jestlere dayalı karşılıklı yakınlık zamanla yakın çevreye, oradan da sosyal gruplara dahil olmaya doğru açılır. Âşık olunca hissedilen en üst seviye yakınlığın temeli de bebeklikte yaşanan temel yakınlıklarda yatar. Böylece doğumdan itibaren başka bir bedene dokunarak, onu görerek, duyarak, koklayarak var olmaya başlar ve varlığımızı böyle sürdürürüz. Sözü edilen karşılıklılık hali fiziksel olanla sınırlı kalmayıp duyguların paylaşılmasına ve ahenk kazanılmasına olanak sağlar. İnsan olmanın bu kadar keskin bir ayırt edici özelliği olan yakınlık kurmanın sekteye uğradığı, gönülsüzce kabullendiğimiz bu süreç belki de en çok şehir merkezlerinde yaşayanları etkiledi. Büyük sistemlerin olanaklarından yararlanmayı sağlayan günlük hayatın ezberi bozulunca, ulaşılamayan bedenler kadar ulaşılamayan doğaya temas edebilmenin de cazibesi katlanarak artıyor. Rilke, Ada III başlıklı şiirinde diyor ki insan bazen öylece kendi içine kapanır, dünyadan kopar; galaksideki naçizane bir yıldız gibi uzaklaşır, ışığı azalır ve söner. Asla bir başkasına yakın olmayacağının farkında, her şeye uzak varlığının sona ermesini arzularken bir yandan da galaksideki hareketini sürdürür. Her şeyden uzaklaşınca ışığımızı yanar halde tutmak, alanlarımıza bıraktığımız “ben buradayım” sesinin yankısıyla mümkün oldu. Duyuluyor muyuz yoksa sesler dağılıp uzaklaşıyor mu?
Buradan yola çıkarak, Başka Her Şey Uzak sergisi tensel yakınlık bağlamında hissedilen özlemi, sıkışmışlığı ve yabancılaşmayı ele alıyor. Eksikliği yaşanan başka bedenlerle kurulamayan yakınlık ile kendi bedenimizle ve onun içinde sıkıştığı yakın fiziksel çevreyle hiç olmadığı kadar kurduğumuz yakınlığın arasındaki tezat oldukça net ve keskin. Farklı nesillerden sanatçıların bambaşka zamanlarda ve bağlamlarda ürettikleri yapıtların bir araya gelerek bugüne dair ortak halleri, duyguları ve rüyaları ortaya koydukları sergide, kanepeye yapışmış, şehveti evin içine sıkışmış, özgürce kendini dışarı atmaya ve ötekine hasret bedenler dile gelerek birleşmelerin tahayyüllerde kalmadığı günlerin yakın olması dileğimizi vurguluyorlar.
DAHA AZ GÖSTER