“Yolcu”da olay, 1921’de Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın en hareketli ve en kritik günlerinde, Batı Anadolu’nun kuş uçmayan, kervan geçmeyen küçük bir kasabasındaki demiryolu istasyonunda geçer. Biri gözünü, öteki ayağını cephede yitiren ve dolay
DEVAMIısıyla çürüğe ayrılan istasyon şefi remakasçısı, bir de istasyon şefinin karısı… Oyun, bir arada yaşayan, daha doğrusu yaşamak zorunda kalan bu insanların kısır döngü içinde, kendileriyle ve birbirleriyle olan çatışmalarından dolayı, çok yakınlarına kadar gelen düşmanı ve ona karşı verilen topyekün Kurtuluş Savaşı'nı fark edemeyecek denli körleşmelerini işler. Ancak bireysel kusurları ya da zaafları değil, yoksulluk, yalnızlık ve yazgılarına terk edilmişliktir onları bu duruma iten.
Böylesine olumsuz koşullar nedeniyle bunalıma düşerler. Karısını aşırı derecede kıskanan İstasyon Şefi, onun kendini makasçısıyla aldattığını düşünür. Zamanla bu düşünce beynini öylesine kemirir ki, adeta Rus Ruleti örneği, dama oynar Makasçısıyla. Yapılan her hamlede tetiğe basılır. Ve sonunda karısını ve onu öldürmek için silahını çeker. Oysa boştur silah. Bu yazarın ustaca yarattığı bir gerilimdir. Çünkü onların bu bunalım ve saplantılarından kurtulması, böylesi olaylara değil, kararmış beyinlerinin aydınlanmasıyla olacaktır ancak. Bunu başaracak olan da Yolcu’dur. Nitekim çatışmanın doruk noktasında gelir o. Anadolu içlerine kadar ilerleyen düşmanı, ona karşı verilen mücadeleyi anlatır. Yol kesen, köylüden haraç toplayan eşkıyalara ve işbirlikçilere öfkesini dile getirir. Yolcu’nun sevinci ve öfkesi de onlardan çok farklıdır. Kaçınılmaz olarak etkilenirler, bir anda dünyaları değişir her üçünün de.
DAHA AZ GÖSTER