Dekoru, ışığı, sahnesi, temizliği.
Seyircisi, oyuncusu, provası, kedisi… Bu gerçek bir ekip işi.
Ve günlerden bir gün kapı kapanmış, kilitlenmiş, her nasılsa içeride unutulmuş ekipten biri.
Sonrası beyin sisi.
DEVAMINe hayat ama! “Düpedüz aydan düşmüşler”... Mutlusu, mutsuzu, akıllısı, delisi, huysuzu, orta zekalısı, oyunlusu oyunsuzu, bir türlü çıkamamışlar kuyudan...
İyi ki o dipsiz kuyu var, iyi ki o kuyuda kalmışlar... İyi ki ip yok... Aşağı iner inmez, “yaşasın özgürlük!” Yoksa oyunlu kuyuda oyunsuz hayat: Necefli maşrapa!
Acaba neden? Oyunlar, tiratlar, tartışmalar...
Sesler, renkler, hatıralar…
Ya düşle gerçeğin sınırları kuzey ışıkları misali birbirine karışırsa…
Müşerref Abla, Beckett, Shakespeare, Çehov, Gogol, Behiç Ak, Gaye Boralıoğlu, Rostand, Dostoyevski, küçük Jüliet ve daha niceleri aynı sahnede buluşursa…
Bu durumda bir yolunu bulup hayata karışmak için dışarı mı çıkmalı, yoksa kalıp beklemeli mi?
Ne dersiniz?
DAHA AZ GÖSTER