Oyun Özeti
Tam dokunacakken hayata yanımızdan geçip gidiyor yine o eski tren. Bir sürü hikaye dökülüyor yere sonra. Kimi yazılmış kimi yazılmamış. Bir sürü kelime dökülüyor yere. Dağılınca anlıyoruz. Bu kent bizi taşıyamıyor. Çok mu ağırız yoksa fazla
DEVAMI mı geliyoruz kalabalığa? Bir yerinden yakalasak aslında gelip geçenleri… Trenleri mesela. Vapurları, dalgaları, martıları… Oysa kentin de bir kalbi vardı. Kalp! Durduğu yerde neyi hatırlatıyordu sana? Penceren vapurlara açılırdı. Eski binalara, dar sokaklara, aylak zamanlara… Başını uzatıp aşağıya bakınca saçların dökülürdü. Gözlerin. Kaşların. Alnın. Burnun. Yüzün dökülürdü gösterişli denizlere, caddelere, ışıklı vitrinlere, kentin henüz kaybedilmemiş her hanesine. Ya da bir akşamüstüydü aslında. En kırmızı. En uzun. Haziran mıydı yoksa? Tam hatırlamıyordun. Eksik hatırlıyorduk. Hepsi bu yüzden. İki kez alnını kaşıyıp sonra bırakman bu yüzden. Saçlarının alnına değişi bu yüzden. Parmaklarının ucuna değen endişen… Pencerelere taşınman. Pencerelerden taşınman hep bu yüzden. Bir de böyle zamanlarda bolca sessizlik birikiyor. Aklına takılan her yerde. Sen kalbine takılsın istiyorsun. Kim bilir dudaklarında eskittiğin hangi söz hangi kelimeleri unutsun istiyorsun. Ben de hatırlamıyorum ki. Gerçekten hatırlamıyorum. Tek hatırladığım, bu kent bizi aldatıyor. Sabahtan geceye dek aldatıyor. Güçlüden güçsüze dek. Kırmızıdan griye... Yazdığın roman böyle başlıyordu işte. Yazdığımız roman. Bu cümlelerle başlıyordu. Nasıl mı bitiyordu?” Kendi hikayesini unutan bir yazarla (Haluk Çalışkan), kendi hikayesini anlatmaya çalışan genç bir yazarın (Metin Elverdi) yolları ansızın bir romanın sayfalarında kesişir. Bu vakitsiz karşılaşma, onların kendilerinden bile sakladıkları gerçeklikleriyle yüzleşmelerini sağlar. Çünkü bir kitap yolun başlangıcı da olabilir sonu da.
DAHA AZ GÖSTER