Maria Andersson ve Nancy Atakan, 20. yüzyıl başında İsveç jimnastiğinin, modernleşme sürecindeki Türkiye’nin beden eğitimi sistemine nasıl temel oluşturduğunu inceliyor. Yedi yıldır ortak bir araştırma yürüten sanatçılar, Türkiye’nin model aldığı kültürfizik anlayışı ve uyarladığı folklorik ögelere bakıyor; ülkede beden eğitimi ve olimpiz
DEVAMImin öncüsü Selim Sırrı Tarcan ile izinden giden kızlarının hikâyesi etrafında çok yönlü görsel anlatımlar geliştiriyor.
Mühendishâne-i Berrî-i Hümâyun mezunu bir asker olan ve spora büyük ilgi duyan Tarcan (1874-1957), II. Meşrutiyet’te siyasi olaylara karışmasından ötürü 1909’da bir yıllığına yurt dışı görevine atandı. Bu zorunlu seyahati, spor yazarlığı ve öğretmenliği merakını geliştirme imkânı olarak gören Tarcan İsveç’e gönderilmeyi talep etti. Pehr Henrik Ling’in 1813’te Stockholm’de kurduğu Gymnastiska Centralinstitutet’te (Kraliyet Jimnastik Merkez Enstitüsü) eğitim aldığı dönemde estetik, tıbbi, askerî ve eğitsel niteliklere sahip Ling jimnastik sistemine yoğunlaştı.
İstanbul’a döndüğünde askerlikten istifa eden Tarcan, süregelen reformlar kapsamında bir beden eğitimi sistemi hazırlamakla görevlendirildi. Toplumsal yapıyı güçlendirme, sağlıklı ve kudretli kuşaklar yetiştirme hedefiyle öncelikle hem erkek hem de kadın öğretmenlerle çalışmalara başladı. Cumhuriyet Türkiye’sinin gelişiminde büyük önem arz edecek bu ülküler, ilk kez 1916’da Kadıköy’de düzenlenen İdman Bayramı’yla hayat buldu. Tarcan, gençlere bir jimnastik felsefesinin yanı sıra, bayramlarda eşlik edebilecekleri bir marş kazandırdı. İsveçli besteci Felix Körling’in Tre trallande jäntor [Şakıyan Üç Genç Kız] adlı halk şarkısına 1916’da yazdırdığı Türkçe sözlerle Gençlik Marşı ortaya çıktı. İlerleyen yıllarda Ordu milletvekilliği de yapan ve çok sayıda kitabı bulunan Tarcan’ın büyük kızı Selma (Mimaroğlu) modern dans, küçük kızı Azade (Kent) ise terapötik jimnastik alanında öncü isimler oldu. Onların başarılarından yola çıkarak bağımsız ve kolektif işler üreten Andersson ve Atakan’ın Uygun Adım Marş! sergisi, Türkiye’de beden eğitiminin kurulmasının kadınların özgürleşmesi yolunda etkilerine dikkati çekiyor.
1906 doğumlu Selma’ya odaklanan Andersson, bedenin bir toplumsal değişim aracı olarak sunulmasından hareketle video, fotoğraf ve metinlerinde “ideal” kavramını sorguluyor. Bu bağlamda, Selma’nın Antik Yunan estetiğine dayanan dans felsefesini, ABD’li dansçı Isadora Duncan’ın yalınlık ve doğallığına önem verdiği hareketleriyle karşılaştırıyor. Sanatçı ayrıca, Tarcan tarafından kızı Selma’nın desteğiyle çiftler için bir salon dansı olarak düzenlenen Zeybek Raksı ile Gençlik Marşı‘nın oluşumuna ışık tutuyor.
Atakan’ın 1908 doğumlu Azade’ye dair üretimleri, Türkiye’deki kadın profesyoneller ve rol modellerle ilgili sürdürdüğü araştırmalarıyla ilişkileniyor. Sanatçı, 1970’lerde İstanbul’da özel jimnastik dersleri aldığı Azade’nin kendine özgü metotları üzerinden, beden hareketlerinin kuşaktan kuşağa aktarımına göndermede bulunuyor. Çizim, video ve tığ işlerinde, gerçek ve kurgu arasında gidip gelen kadın hikâyeleri yazarak tarih yazımındaki boşluklara işaret ediyor.
DAHA AZ GÖSTER