Geleneksel toplumlardaki ‘varlık’ olma halleri ve bu hallerin genel tutumları, çatlakları ve çatışmaları ekseninde toplanır. Bu karşıtlıkların ve çarpıklıkların çatıştığı noktada ortaya çıkan ‘İlkel zihin’ ve ‘Kolektif zihin’ modelleri üzerinden ‘Modernliğin’ ve ‘Korkunun’ nasıl biçimlendirildiğini araştırır.
Kolektif zihin, öz
DEVAMIelikle melez toplumlarda, kendini daha net var eder Birbiriyle yan yana duramayan ama görüntüde birleşik ya da birleşik ama birbirini örten yapılardır. Bu tarz toplumlarda ‘Birey’ varlığı toplum gözünde tamamen ortadan kalkmış, bireyin içinde bulunduğu sınırlara yapısal olarak ne kadar uyum sağlayabildiği önemli hale gelmiştir. Kolektif zihin toplumun geçmiş yaşantılarından bugüne getirdiği, onu besleyen ve tamamladığını düşündüğü değerler bütününün, zamanla büyük topluluklar tarafından kabullenilmiş hale gelmesidir. Değiştirilmesi zor yeniliklerin eklenmesi istisnaidir. Çünkü kolektif zihin tüm bu değerlere bir tanrısallık atfetmiştir. Yanlış ya da doğruluğu sorgulanmaya müsait olmayan tanrısallaştırılmış kültürel idealar oluşmuştur. Burada ilkel beynin en temel aktivitesini görebiliriz ‘aidiyet’ hissi ve devamında gelen ‘İnanç ihtiyacı’. Yani uygarlığın varoluşunun temel dayanağı dinler.
Din konusu toplumda konuşulması, tartışılması ve sorgulanabilirliği imkânsız, aynı zamanda kitlesel varlığında en kuvvetli koruyucusudur. İnsanları çevresinde toplar, bütün şeklinde değerlendirir ve genele indirgenmiş bir biçimsizleştirme fonksiyonu vardır. Bu kafa karışıklığı, insanların tek bir hedefe yönelimini sağlamayı kolaylaştırır ve görünürde düzen sağlanmış olur. İnsan olarak temelde var olma hakkını tehdit etmek, insanlığa her türlü oluşumu kitleler halinde kabul ettirme algısını normal hale getirir. İnsanlık tarihinin en büyük zaafı olan korku, tüm egemenlerin en doğal silahı haline gelir ve zaman içerisinde meşru kılınarak, özellikle dikta rejimlerinin altın yöntemi olur. Sistemsel korku yapısı gereği kullanılan gücü zirveye taşır. Korkuyu, önce var oluştan getirdikleri sorulara veremediği her cevap için yeni korkular yaratması, ardından o korkularla baş etmek adına, yeniden sistemin üstünde bulunan güç mekanizmalarına sığınır hale gelmesi, otoritenin temel taşlarını oluşturmuştur.
Birey bu kolektivitenin içinde kendini yeniden yaratma ve gerçekleştirebilme arzusundadır. Böyle bir durumda geleneksel bağlarından tam anlamıyla kopamayan, ama gelişim ve değişiminde bir parçası olmaktan kendini alamayan insan profillerinin doğması yadırganamaz. Bu durum insanı sıkıştırıp düşünce alanını daraltmaya zorlar. Böyle bir zihin hiçbir yere ait olamaz ve biçimsizleşir. Günümüz dünyasında kitleleri bir arada tutabilmenin temel koşulu, ‘Korkudur’. Devletlerin sistemli olarak amacı; toplumları bu korku kültürü içine hapsederek zihin aktivitelerini sınırlamaktır. Medya, Sosyal paylaşım alanları, kamusal alanlar gibi, özellikle toplumun bir arada bulunduğu noktalarda bu durumun yaygınlaşması adına yapılan çalışmalar zamanla zihinlerimizde meşru hale gelmektedir.
Sergi, insanlık tarihinde korkuya doğmanın yarattığı dünya algısında, bireyin yaşam evrelerine göre korku hâkimiyetini inceliyor. Kişinin kendisiyle diyaloğu, toplum ile diyaloğu ve dünya ile diyaloğundaki çatlakları açığa çıkartarak, çatlakların içinden sızanlarla ilgileniyor. Yaşam döngüsü içindeki varlık modelleri ve bu modellerin birbirleriyle etkileşimlerinin yarattığı biçimsiz çokluğun çelişkileri, kolektif davranışın altında görünmez hale gelen bireyin sorunları ve bu sorunların sesli ifadesinden doğan bir sağırlar diyaloğu…
DAHA AZ GÖSTER