Fotoğrafın 1839 yılında icad edilişinden ve yaygınlaşmaya başlamasından itibaren Osmanlı coğrafyası ve Doğu Akdeniz metropolleri bu sanatın dünya ölçeğindeki öncüleri tarafından bir cazibe merkezi olarak kabul edilmiştir. Girault de Prangey, Maxime du Camp, Auguste Salzmann, Felix Teynard, John Shaw Smith, Alfred Nicholas Normand, Francis
DEVAMI Frith ve Claude-Marie Ferrier başta olmak üzere, seyahat fotoğrafçılığının önde gelen isimleri, fotoğrafın bulunuşunun ilk yıllarından başlayarak Atina’dan İskenderiye’ye, Kahire’den Luksor harabelerine, Kudüs’ten Şam’a kadar bu yörelerdeki mimari yapıları, arkeolojik eserleri ve günlük yaşamı belgeleyen çekimler yapmışlar ve birbirinden etkileyici eserler meydana getirmişlerdir. Bu fotoğrafçıların önemli bir bölümü, seyahatleri sırasında İstanbul’a da uğramışlardır. Osmanlı tebasından olmayan Carlo Naya, James Robertson, Felice Beato ve Ernest de Caranza’nın da fotoğrafçılığa burada başlamış ve yerleşik düzende faaliyet gösteren stüdyolar çalıştırmış olmaları ve eserleri ile uluslararası alanda üne kavuşmaları İstanbul’un bu sanat dalındaki önemini daha da pekiştirmektedir.
Erken dönem tabir edilen ve fotoğraf tarihinin en önemli evresi sayılan 1839-1860 yılları arasından günümüze kalabilmiş örnekler son derece nâdirdir. Büyük bir buluş olarak kabul edilen ve fotoğraf tekniğinin pratikte kullanılabilen ilk yöntemi olan “dagereotip” tekniğinde elde edilmiş görüntüler “Gümüşten Suretler” sergisinin ana temasını oluşturmaktadır. Fransız sanatçı Joseph-Philibert Girault de Prangey’in İstanbul’da ve Batı Anadolu’daki seyahatlerine ait birbirinden etkileyici dagereotiplerden günümüze ulaşmış çok az sayıdaki örnek sergide önemli bir yer tutmaktadır. Bu muhteşem çekimlerden birisi kondüsyonu ve çekim açısı ile hayranlık uyandıran Milas yakınlarında Antik Euromos kentinin Zeus Tapınağı’nı göstermektedir. Aynı şekilde sergide bulunan, Afrodisias’da iki katlı bir ahşap konağın gümüş ve buz mavisi renk tonları arasında gidip gelen büyüleyici kayıtı, fotoğraf sanatının taş devri sayılabilecek bir dönemden günümüze kalan son derece etkileyici örneklerdir. Girault de Prangey, antik çağlardan eserlerin yanısıra hem İstanbul’da, hem de Batı Anadolu’da günlük yaşamdan ve dönemin mimari eserlerinden görüntüleri de kamerasına kaydetmiştir. Daha önce fotoğrafları hiç çekilmemiş birçok mimari eseri görüntüleyen sanatçının çalışmaları, teknik açıdan da çok başarılıydı. Günümüze kalan nâdir örnekler Girault de Prangey’in, dagereotip yönteminin bu çok erken döneminde olağanüstü bir el becerisine ve bilgi düzeyine sahip olduğunu ortaya koymaktadır. İstanbul’da profesyonel anlamda faaliyet göstermiş olan en önemli dagereotip stüdyolarından biri, İtalyan asıllı Carlo ve Giovanni Naya kardeşler tarafından kurulmuştur. Elimizdeki en eski kayıtlara göre Naya kardeşler İstanbul’a 1845 yılının ilk aylarında gelmiştir. Naya Kardeşler tarafından İstanbul’da çekildiği saptanan ve günümüze kadar kaydedilebilen sadece üç dagereotip portre bulunmaktadır. Sergide yer alan bu dagereotiplerden iki tanesi hem fotoğraf tarihi, hem de görüntülenen kişilerin kimlikleri açısından öne çıkmakta ve ayrı ayrı Osmanlı resim sanatının büyük ustası Osman Hamdi Bey’i ve babası, döneminin Mabeyn-i Hümayun Feriki İbrahim Ethem Paşa’yı göstermektedirler.
1860’lardan itibaren fotoğrafçılık profesyonel anlamda bütün dünyada iyice yaygınlaşmıştı. İlerleyen teknolojiler, optik ve kimya alanlarında yeni buluşlar üretimi de daha kolay ve ucuz hale getirmişti. Birbiri ardına açılan stüdyolarda fotoğrafçılar portre çalışmalarının yanı sıra yaptıkları dış mekân seri çekimlerle bulundukları şehrin günlük yaşamını, mimari eserlerini ve doğal güzelliklerini kayda geçirmeye başlamışlardı. Fotoğraf tarihinin erken döneminin, 1839-1860 arasının o duygusal ve her anlamda itinalı yılları da artık yerini tamamen ticari kaygılara bırakmaya başlamıştı. İstanbul’un, genel anlamda Osmanlı topraklarının ve Doğu Akdeniz bölgesinin dünya çapındaki sanatçılar tarafından erken dönem fotoğraf tarihinin çok önemli bir parçası halinde işlenmeleri ve bu alanda eşsiz yapıtların günümüze kalmış olması büyük bir şans olarak kabul edilmelidir.
Sergide, tamamı Ömer M. Koç Koleksiyonundan seçilen, 18. yüzyıldan minyatür tarzda yapılmış portrelerden elle renklendirme yapılmış portre fotoğraflarına, dagereotiplerin ve kağıt üzerine ilk fotoğrafların gizemli dünyasından seçilmiş örneklerden, James Robertson, Felice Beato, Ernest de Caranza, Maxime du Camp ve Francis Frith gibi seyahat fotoğrafçılığının önde gelenlerinin fotoğraflarıyla çok az sayıda hazırlanılan İstanbul, Atina, Malta, Athos Dağı, Mısır, Kırım konulu albümlere kadar fotoğraf tarihiyle ilgili çarpıcı ve nâdir eserler bir araya getirilerek kültür ve sanat tarihimize merak duyanların ilgisine sunulmaktadır.
Sergide yer alan eserlerin ayrıntılı olarak tanıtıldığı katalog, aynı zamanda serginin küratörlüğünü de üstlenen Bahattin Öztuncay tarafından hazırlanmıştır.
DAHA AZ GÖSTER