"Beni Bağrına Bas", Patricia Piccinini'nin 1997'den bu yana ürettiği ve heykel, yerleştirme, çizim, video gibi farklı mecraları kullandığı işlerini bir araya getiriyordu.
Piccinini yapıtlarında, bugün hayatımızın merkezinde yer alan çeşitli meseleleri, günümüz teknolojisine, doğa kurgusuna ve tüketimciliğe atıfla ele alıyor. İş
DEVAMIleri, iki karşıt genelgeçer yargıdan doğan çelişkili ruh haline işaret ediyor: Biri "dünyanın sonuna" yaklaştığımızı gösteren "alametlerin" sürekli arttığını söylerken, diğeri bilim ve teknolojinin dünyayı iyileştirip ebedi bir cennete dönüştüreceğini iddia ediyor. Piccinini'ye göre, çağdaş teknolojilerin dünyada devrim niteliğinde, kökten değişiklikler yaratacağını düşünmek kadar, bu teknolojilerin tamamen değersiz olduğunu savunmak da düpedüz "saçmalık". Tüketim dünyasının insanın aklını başından alan ışıltılı kusursuzluğunun işleyiş mantığını akılda tutarak, bu dünyanın her şeyi cilalayabilen stratejisini ödünç alıyor ve pek de alışık olmadığımız bir "nihai ürün"le sonuçlanan benzer bir aura yaratıyor.
Piccinini'nin bu "nihai ürünlerin" kafa karıştırıcı görünüşleri aracılığıyla ele aldığı karşıtlıklardan biri, "doğa/kültür" ikiliği. Ancak sanatçı bu karşıtlığı ele alırken, çağdaş kurgulara ve onların imalarına odaklanıyor ve "tüp bebek olarak dünyaya gelmiş, film izleyen bir AVM faresi" için "doğanın" ne ifade ettiğiyle ilgileniyor. Çoğunlukla "anormal", "gayritabii", "ucube gibi" görünen yaratıkları, ebatları, oranları ve etten kemikten oldukları izlenimi veren gerçekçilikleriyle, aslında "normal" bir insana veya hayvana evrilmiş olabilecekleri hissini uyandırıyorlar. Bu genetiği değiştirilmiş, laboratuvar ürünü mutant görüntüsüne ise, dost canlısı bakışlar, tatlı gülümsemeler ve şirin duruşlar eşlik ediyor. Piccinini'nin işleri gücünü, bu yaratıklarla doğrudan fiziksel karşılaşmanın yarattığı gerilimden alıyor: Bu çirkin ama dost canlısı yaratıklarla karşılaşmanın doğurduğu çelişkili hisler aracılığıyla bizi, doğa/kültür, güzellik/çirkinlik-tiksinti ve ihtiyaç/lüks gibi sorgusuz sualsiz kabul ettiğimiz ikilikleri yeniden gözden geçirmeye çağırıyor. Tuhaflıklarına rağmen bu yaratıklar, çocuksu nitelikleriyle kaçınılmaz bir sempati, ilgi, şefkat, sevgi ve hatta onları kucaklayıp koruma isteği uyandırıyor.
Küratörlüğünü Başak Doğa Temür'ün üstlendiği "Beni Bağrına Bas" sergisi izleyiciyi, hem tanıdık hem de yabancı bir dünyaya yolculuğa davet ediyordu. Bu deneyim izleyiciyi şimdi ve burada olmaya, teknoloji, medya kültürü, tüketimcilik ve bilimle ilgili güncel tartışmalara odaklanmaya çağırıyordu. Piccinini, Arter'in bağımsız katlardan oluşan yapısına, mekânı üç duraktan oluşan bir yerleştirmeye dönüştürerek karşılık verdi: İyice ışıklandırılmış olan giriş katı, metaların parlak dünyası ve sanayi sonrası kentte gündelik hayatın doğası üzerine bir yorum sunuyor; hayali melez yaratıkların ve soyu tükenmekte olan türler için taşıyıcı annelerin yaşadığı birinci kat, çağdaş "doğa" kurgusu, doğadaki yerimiz ve onu kontrol etme çabamız üzerine düşünmeyi öneriyordu. Son olarak, yolculuğun en mahrem bölümü olan ikinci katta izleyici, herkesin uyuduğu bir evin içine; insan olmak, insanın yaratıları ve onlara karşı sorumlulukları üzerine tefekküre davet ediliyordu.
Piccinini, bu sergiyle bizi aile olmanın gücü üzerine düşünmeye çağırıyordu. Bu güç, kaynağını birbirimizi bağrımıza basmakta, diğerkâmlıkta, cömertlikte, bitip tükenmez bir sabırda, önyargısız olmakta, birbirimizin hatalarını, budalalıklarını ve çirkinliklerini kabul etmekte ve en katlanılmaz durumda bile birbirimize daha sıkı sarılmakta buluyor. Kendisiyle ve yaratılarıyla barışmak isteyenler için umudun anahtarlarından biri de burada yatıyor.
DAHA AZ GÖSTER