Belkıs Hanım ile Onur Efendi sergisi, modernleşme hamlesiyle beliren bir “aydın” kimliği ve onun beraberinde doğan çalkantılı ruh hâllerine odaklanıyor. Fatma Belkıs ve Onur Gökmen, bu karaktere atfedilen seçkinci avangart tavrın Tanzimat’tan itibaren nesilden nesile aktarılmış olma ihtimalini sorguluyor. Sanatçıların adlarının dâhil edil
DEVAMIdiği sergi ismi, Ardışık programı kapsamında sunulacak işlerdeki nükteli tona vurgu yapıyor. İkilinin ilk uzun metrajlı kurgu filmi Alakadar‘dan (2018-süregelen) bir kesit ile bir dizi heykelden oluşan çalışma, otoriteyle kurulan sancılı ilişki kadar, sanatsal üretimde başarısızlık kaygısını ele alıyor.
Yitirdiği öz güvenini tesis etmeye çalışan bir yazar, sorumluluklardan kaçmaya meyilli bir ressam ve doğru kelimeleri bulmakta zorlanan bir oyuncu. Alakadar, önceki kuşaklardan sanatçıların gölgesinde iş üretmeye uğraşan üç arkadaşın hikâyesini anlatan bir kara komedidir. Zor bir gün geçiren Onur, Ceylan ve Hüseyin İstanbul yakınlarında bir tarlaya park ettikleri eski karavanın önünde toplanır. Çakırkeyif üç arkadaş, gece ilerledikçe gerek kendi deneyimleri gerekse geçmişten gelip onlara musallat olan hayaletler üzerinden hayata dair bir hesaplaşmaya girişir. Sadece kişisel tarihlerinin değil, kanonlaşmış sanat anlayışının da yükünü taşıyan gençler yer yer sayıklar hâlde travma, ön yargı ve kaygılarını sanki bir terapi seansındaymış gibi ortaya serer.
Alakadar videosu, ilk bakışta bitmemiş gözüken ya da acemi bir elden çıkmış hissi veren heykellerle tamamlanır. Kurguyla gerçeği birleştiren üretimler, Osmanlı İmparatorluğu’ndan Türkiye Cumhuriyeti’ne geçiş sürecinde tezahür eden kültürel değişimleri mizahi bir dille yeniden yorumlar. Belkıs ile Gökmen, ele aldıkları sembolik karakter ve yapıları doğrudan tanımlamak yerine, çeşitli canlandırma ve ipuçlarıyla geçmiş olay ve mitlere atıfta bulunur.
Esin kaynaklarından biri, Osmanlı’da modern arkeoloji biliminin temellerini atarak Müze-i Hümayun’un (bugünkü adıyla İstanbul Arkeoloji Müzeleri) kurucu ve yöneticiliğini üstlenen ressam Osman Hamdi Bey’dir. Tahterevall-y, Ateşkes teslimiyetten neden farklıdır? ve Güneşe İsyan gibi ironi dozu yüksek işler, bir modernleşme aracı olarak kültür fikrinden hareketle bu çok yönlü Tanzimat aydınının meslek hayatını konu eder. İkilinin kinayeli saptamaları Osman Hamdi’ye atfedilen anekdotlarla sınırlı kalmayıp mimariye uzanır. Bir cephe süslemesi üzerinden günümüz müzelerinin estetik tercihlerini ele alan Geç olsun güç olmasın, Türkiye’de kurumsal olarak ortaya çıkışından itibaren müzeciliğin “modern” olanın güçlü bir temsiline dönüşmesinin altını çizer.
1930’larda millî dil çalışmaları kapsamında geliştirilen ve Türkçe’nin dünya tarihindeki en eski dil olduğunu savunan Güneş-Dil Teorisi’ne göndermede bulunan Hitit Güneşi ile “Batı-Doğu ikilemi” ezberini ele alan Biraz ordan biraz burdan, Batılılaşma ve modernleşme arasındaki tartışmalı ilişkiyi öznel bir tarih okuması aracılığıyla sorgular.
DAHA AZ GÖSTER