Beklentimi düşük tutarak ümitsizce koltuğuma kuruldum. Ümitsizliğimi biraz olsun kıran Enka Oditoryumunun hıncahınç dolu olmasıydı. Öyle ki yer bulamayıp birkaç dakikalık yokluğumdan yararlanıp benim koltuğuma oturan bile olmuştu.
Marko Paşa - Haftalık siyasi mizah gazetesini duymayanımız yoktur. Dönemin hatta Türk basın tarihinin en yüksek tirajlı ve beraberinde en çok ses getiren; Rıfat Ilgaz, Sabahattin Ali ve Aziz Nesin'in kuruculuğunu, Mustafa Mim Uykusuz'un ise çizerliğini üstlendiği bir gazeteydi. Defalarca kez toplanılan gazete, bir o kadar da isim değiştirmek zorunda kalır. Bu isimlerden biri de Meçhul Paşa'dır. "Paşalar bitti. Babalara geldik!" Marko Paşa, “Toplatılmadığı zamanlar çıkar” veya “Yazarları hapishanede olmadığı zamanlar çıkar.” gibi cümlelerle çıkarıldığına değinilmemesine şaşırdım belki de gözden kaçırdım.
Oyunda basın yasası ve Allah'a sığınarak harekete geçen yazarlar, çivilerin üzerinde şiir okutacağız iddiasıyla yola koyulurlar.
Gazete kupürlerinin envai kullanılmasını, yazarların isimlerinin baş harflerinin yazılı olduğu tabureleri ile bilhassa kuş kafesi detayını beğendim. Çaydanlık/Demlik olmadan çay demlenmesi, ocak olmadan su kaynatılması ve elbette ki bardakların içinde sıvı yerine dondurulmuş jöle ve benzerinin bulunması amatörceydi. Anlamsız buldum. Geçmişe dönüş sahneleri o kadar yoğundu ki zaman kavramını yitirdim. Başlarda dün, bugün iç içe girdi. Diğer iki oyuncunun aksine mikrofonda sesini kontrol edemeyen Fatih Koyunoğlu, kulaklarımı tırmaladı. Durumdan rahatsız olanların sayıca çok olduğunu fark edip mikrofona uyumlu bir ses tonunda oynamasını dilerdim. (Kar yağdı ciğerimin üstüne.) Yalnız Seyfi rolünden Sabahattin Ali'ye geçişi görülmeye değerdi. Cehalet üzerinden verilen mesajlar yerindeydi. Onun adına bir çeşit gayretin öyküsü denilebilir. Bülent Çolak ise Kekeme Mahir tiplemesinin zaman zaman dışına çıktı ancak keyif kaçırıcı cinsten değildi. İmam tiplemesiyle salonda kahkaha tuhafı kopardı. Fatih Koyunoğlu'nda olduğu gibi oyun esnasında tuhaf bir tedirginliği yoktu. Aksine enerjisi oldukça yüksekti.
Esasında üç oyuncu da rollerine yakışmışlardı. "Ayda insan yaşar mı?" performansı muazzamdı. Metin yeniden gözden geçirilerek tekrarlanan unsurlar çıkarılsaydı fikrimce seyirci daha çok zevk alırdı. Oyunun geniş kitlelere hitap ettiğini duymuştum. Ancak altı yaş grubuna yöneleceğini tahmin etmezdim. 18 Şubat akşamı oyun esnasında salonda yüksek sesle söylenen, bağırıp çağıran aramızdaki uçurum mesafesine rağmen ağzından çıkan her kelimeyi işittiğim bir çocuk vardı. Neyse ki görevli eşliğinde velisiyle birlikte salondan ayrıldı.
Meçhul Paşa / Tiyatroadam