2018'de prömiyerini yapmış bir oyuna ısrarla bilet arayarak, biletler satışa çıktığı anda sayfa yenileyip yenileyip düşürdüğün tek koltuklarla yer satın alarak gitmek insanı hem geriyor hem sevindiriyor. Geriyor çünkü kaçınılmaz olarak beklentin yükseliyor, hayal kırıklığından endişe ediyorsun. Sevindiriyor çünkü yüksek bilet fiyatına rağmen bir oyuna bu kadar ilgi gösterilmesi ve senin de oyunu izleme şansı elde etmiş olman mutluluk verici. Oyun öncesi ruh haline şöyle bir göz kırptıktan sonra gelelim oyuna...
Bir oyuna gitmeden önce eleştirmenlerin yazdığı çizdiğine çok kapılmamayı tercih ediyorum. Ekseriyetle oyundan çıktıktan, kendime notlarımı aldıktan sonra eleştirmen eleştirilerine bakıyorum. Hem kendi fikirlerimi hem de dahil olduğum izleyicilerin gözlediğim ruh halini beyaz bir sayfaya kendi kelimelerimde nakletmeyi seviyorum. Velhasıl artık oyunu görmüş ve profesyonel eleştirilere de şöyle bir göz atmış izleyici olarak yazıyorum.
Yaratıcılık her sanat dalına olduğu gibi tiyatroya da çok yakışıyor. Dünyada Karşılaşmış Gibi, oyunun adından oyunculuklarına, sahne dekorundan oyun akışına türlü yaratıcılıklarla süslü. Bu öğelerin hepsi öncelikle "hım zekice!" dedirtiyor ki bunu dediğimiz anda beynimizin hayranlıklar kurgulayan tarafı kaçınılmaz olarak daha seri çalışmaya başlıyor. Karanlık salonu girdiğiniz anda beyaz bir ışıkla aydınlatılmış, bir camekan ardında hazırlanmış, kontrastı güçlü ve çift taraflı olduğu malumunuz sahneyi görüyorsunuz, ardından koltuklardaki kulaklıkları. Etkinlik yapısal bir açıklamayla açılıyor. Kulaklığı denemeniz rica ediliyor, kulağınıza takıyorsunuz -şanslısınız bir arıza yok- aman o da ne, Ferdi Tayfur çalıyor: Sanma ki yaşıyorum/ Sanma ki ben çok mutluyum... Ben türünde biriyseniz içinizden mırıldanmaya başlıyorsunuz. Bu 'çağdaş', 'modern' oyun içeriğinde bizden bir şeyler muhakkak çıkacak, Ferdi Tayfur hazırlıyor sizi. Ve perde -mecazi anlamda- açılıyor.
Ben ikinci blokta oyuna başladım. Bir sinevizyon gösterimiyle aşk hikayesine daldığımız sekansla yani. İkinci yarıda da karakolun iç organlarına bakan taraftaydım. Diğer kombinasyon nasıl olurdu, açıkçası merak da ettim. Bilemiyorum.
Dediğim gibi oyunculukların her biri ama hakikaten her biri çok iyiydi. Oyuncu performansı ve metin, izleyicinin gerçekliğini kıran temel iki öğe bence, oyunun gerçekliğine kaçınılmaz biçimde buyur oluyorsunuz bu iki öğe başarılıysa. Dekor, ışık, akışın kurgusu da sizi kolunuzdan bacağınızdan, aklınızdan kalbinizden ne kadar hızla yakalayıp içine alacağının hesabını kesiyor. İşte burada duraksadım, bozulan kulaklıkların düzeltilmesi için önünüzde yaşanan vaka, tam durağan bir sahne izlerken diğer bloktan gelen kahkaha sesleriyle mevcut ana saplanışınız bence bu yaratıcı akış ve kurgunun handikapları. Burada yaratıcılığa şapka çıkararak görmezden gelme, özel çaba göstererek kendinizi oyuna odaklama zorunluluğu ortaya çıkıyor. En azından bende öyle oldu.
Hikayeye gelince, oyun 'kayıp/yas' üzerine kurulmuş bence. Bağlılıklarımız/kopuşlarımız/kaybettiklerimiz-kaybedişlerimiz, beraberinde gelen boşlukla başa çıkma hallerimiz. Zamanın bir ufak kesitinde, mekanın bir ufak köşesinde, insanlığın bir ufak topluluğuna bakarak seyrediyoruz tatlı bir arabesk selamla 'sanma ki yaşıyorum' hallerimizi. Bir tür kara komedi penceresinde derinlerde saklı ya da bizi gün yüzünde de hapsetmiş kayıplarımıza dair yasımız sahneleniyor.
Oyunun iki bloğunu senkronize hale getirerek bütünlüğü sağlayan sinevizyon benim için biraz yavan kaldı. Oyunun bu ikili yapısı gereği aynı salonda iki farklı izleyici toplamının tepkilerinin birbirine teması da kapılıp gitme serüvenimi biraz zorladı. Bir de -hakikaten yukardan bir tavırla değil fakat şaşırarak- izleyicinin bir şeylere gülme konusunda bu denli ısrarcı olmasını garipsiyorum, garipsedim. Zira mesela en çok gülünen karakterlerden, Serkan Keskin'in hayat verdiği Naci bence derin bir hüzün ve huzursuzluk temsiliydi, gülünç değildi. Öte yandan böyle 'zekice' kurgulanmış, bu bizden, samimi hikayeyi tiyatro sahnesinde deneyimlemek değişik bir haz da verdi. Berkun Oya ve oyuncu dostları topladıkları takdiri hak ediyor. Yeri gelmişken bence en iyi performans bir uyuşturucu satıcısını canlandıran Öner Erkan'a aitti.
Emeği geçenlere bin şükran.
Alkışı bol olsun...
Dünyada Karşılaşmış Gibi / KREK