Oyunu 19 Mart’ta AKM Opera salonunda izledim. Açıkçası en başından bazı şüphelerim olduğu için gitmek istemediğim bir oyundu. Tam olarak da şüphelerimi doğrulayan kötü bir tecrübe edindim. Kısaca yorumum kesinlikle tavsiye etmiyorum şeklinde olur.
Herkesin bahsettiği teknik sorunlara kısaca değineyim. Öncelikle sahne çok büyük, bu nedenle oturduğunuz koltuğa bağlı olarak bazı yerleri görmeme ihtimaliniz var. Köşelerde olan biteni kaçırabilirsiniz. Çok yakında oturuyorsanız da dev ekran sinema salonunda en önce oturuyormuşsunuz gibi zorlanmanız söz konusu olabilir. Kat kat sahne konsept olarak iyi düşünülmüş ve bence oyunla ilgili az sayıdaki iyi konudan biri bu. Oyun boyunca ses ve ışık ile ilgili sorunlar yaşanıyor. Oyunun başında 15 dk boyunca hiçbir şey anlaşılmıyor başta Okan Bayülgen olmak üzere oyuncular ağzının içinden konuştuğu için. Oyunun sonu da aynı şekilde. O yüzden ne başlayabiliyorsunuz oyuna ne bitirebiliyorsunuz. Oyun sonrası söyleşide Okan Bayülgen gezici bir oyun olduğu, sabit bir salonda oynamadığı için böyle gibi abuk bir açıklama yaptı. Türkiye’de gezici oynayan tek oyun bu sanki. Yorumlara bakıyorum her gittikleri salonda aynı sorunlar yaşanmış. Teknik ekip ile ilgili genel bir sorun mu var diye merak ediyor insan. Salonda prova yapılmış olsa çok net anlaşılacak bir problem oysa. Prova yapılmamış olması çok şaşırtıcı olmaz, zira oyunun kendisinde başrol dışındaki tüm karakterlerin prova tadında bir performans sergilediğini görüyoruz. Oyundaki herkes medyatik bir isimle popüler olacağı muhtemel bir oyunda olmak için orada gibi görünüyor. Kimsede güzel bir iş ortaya koyuyor olmanın vereceği bir heyecanı göremiyoruz, zaten ne yazık ki güzel bir iş de ortaya konmuyor.
Teknik konulardan bir diğeri de müzik. Müzik yokken bile ses sorunundan dolayı anlaşılmayan diyaloglar orantısız şekilde baskın olan müzik işin içine girince iyice anlaşılmaz oluyor. Bu arada müziklerin oyuna katkısı çok yoğun ve zaman zaman kendini tekrar eden diyaloglar ile temposunu sürekli kaybeden oyuna can vermek şeklinde oyunu zenginleştirmekten ziyade. Eksiklikleri örtmek için kullanılmış şeklinde düşünülebilir.
Teknik detayları bırakıp oyunun kendisine gelecek olursak zaman atlamaları şeklinde kurgulanmaya çalışılırken işler kontrolden çıkmış ve oyun değil senaristin kafası karışmış. Replik yoğunluğu ve çakışmalar da işin içine girince anlamak ve anlamlandırmak zorlaşıyor, bir de üzerine gürültü hissiyatı oluşuyor. Son zamanlarda izlediğim eski eserlerin yeniden yorumlamalarında sürekli gördüğüm 3 şey var: Bağrışma, zamanın çok dışında karakterler ve küfürler. Burada sadece küfürler eksikti. Zaten bir noktada işlerin kontrolden çıktığını görüyor yazar ve başrol Okan Bayülgen konuyu açıklamak zorunda kalıyor hangi zamanda olduğumuzu yüzümüze bakarak. Buradaki karmaşa oyunun metnine böyle bir ekleme yapmayı gerektirecek kadar net demek ki yazar için de.
Oyunun anlaşılmazlığının çok felsefi olmasından kaynaklandığını iddia eden bir kesim var Okan Bayülgen başta olmak üzere. Buradaki yorumlarda da görüyorum. Filozoflardan alıntılar yaparak, 1-2 yerde felsefe dersine çalıştığını gözümüze sokmaya çalışmak ile felsefi bir metin haline gelmiyor oyun mucizevi şekilde. Konusuyla, kurgusuyla, bütünüyle bize düşündürmek istediklerini düşündürmesi gerekiyor. Şu haliyle metin 2-3 felsefe kitabının özetini okuyan bir ergenin masadaki yaşıtlarını etkilemeye çalışması ile aynı seviyede bir felsefe derinliği sunuyor seyircilere. Okan Bayülgen’in 60’ına merdiven dayamış bir ergen gibi davrandığını düşünürsek bu çok da şaşırtıcı değil. Oyunun göçmen teması ile yakından ilişkili olmasına dair iddia da başrol karakterin yabancı olması şeklinde işleniyor. Bu yazara da yeterli gelmemiş olacak ki oyunun birçok yerinde “yabancı” kelimesini kullanarak konuyu hatırlatmaya çalışıyor metin, çünkü tema bu hatırlatmalar olmadan seyirciye geçemiyor.
Oyunun anlaşılmazlığı ile ilgili bir diğer argüman olarak da oyuna çalışılarak gidilmesi, ön okumalar yapılması, podcastler dinlenmesi, en olmadı hala anlayacak kapasitede değilsek ekselanslarının bize oyun sonrası söyleşide oyunu anlatması ile anlayabileceğimiz yönünde. Bu şekilde bir önermeyi oldukça abuk bulduğumu söylemeliyim. Oyun kendi içinde hikayesini anlatamıyor, bütünlük oluşturamıyor, yukarıda bahsettiğim ergen tutumuyla derin olmaya çalışıyor, ama bu derinlikte önce metnin kendisi boğuluyor. Ön okumaya gerek duyuluyorsa ya da sonrasında söyleşide bazı şeylerin açıklanması gerekiyorsa bu metnin zayıflığı ile alakalı bir durum. Oyunun çok katmanlı olması ile alakalı değil. Kaldı ki ne ön okuma ne de sonrasında söyleşi ile de oyunun kurtarılması mümkün değil. Yaptığınız bir espriyi sonrasında dakikalarca açıklamanız gerektiğini düşünün. Bu durumda espriniz ne kadar komik olacaktır dinleyen için? Burada da durum benzer. Söyleşide “entelektüel” bir oyun olduğunu söyleme haddini kendinde bulan, anlamayanların hatayı kendisinde araması gerektiğini ima eden Okan Bayülgen bu oyunda koltuklar üzerinden tırmanıp tezahürat yaptırarak, bir kadın oyuncuyu metne katkısı olmadığı halde objeleştirerek entelektüelliği yeniden kendince tanımlıyor sanırım. Bazı seyirciler de bu yeni entelektüellik tanımı kendisine uyduğu için buna sarılıyor ve benimsiyor, üzerinde de benimsemeyenleri felsefeden anlamamak ya da entelektüel olmamak ile suçluyorlar. Buna gülmeyi mi ağlamayı mı tercih edersiniz size bırakıyorum.
Son yorumum da tiyatro izleyicisi ile ilgili. Artan fiyatlardan, bilet bulmanın zorlaşmasından, seçeneklerin azalmasından dolayı elimize geçen fırsatlarda da memnun olmak istiyoruz, bunu anlayabiliyorum. Ancak zamanımızın ya da paramızın hakkını almış hissiyatını yaşamak için kendimizden geçmemiz beni çok üzüyor. Verilen emeğin karşılığı olarak alkışlamak izleyiciye saygı duyan bir ekipçe ortaya konulan bütün işler için işin hakkı tabii ki, ancak sadece popüler bir insan sahnede diye, ya da bahsettiğim bu memnun olma ihtiyacı ile kendinden geçmeler ve ayakta alkışlamalar gerçekten çok garip. Bu oyunu ayakta alkışlayan birisi gerçekten iyi bir oyun izlediğinde ne yapacak? Kıyafetlerini mi parçalayacak? Ya da olağanüstü bir performans izlediğinde balkondan mı atacak kendini? Umuyorum herkes gerçekten iyi oyunlar izleme ve her oyuna hak ettiği ölçüde alkış verecek kadar çeşitli performanslar deneyimleme şansı bulur.
Kapanışta Cihan Bey’in yorumundan alıntı yapmak istiyorum. “Çok para az sanat, oyunun özeti”.
Richard / Dada Salon Kabarett