Bir trafik kazasında anne ve babasını kaybeden bir kadın, yaşadığı bu travmanın bir sonucu olarak ruh ve sinir hastalıkları hastanesine kaldırılır. Oyun bu kadının hastanesindeki odasında, kendisiyle, kendi zihninde yarattığı ikinci kendisiyle, yine kendi zihninde yarattığı x amca ve x teyzesiyle ve zaman zaman da orada olmadığı halde doktoruyla yaptığı konuşmalar ve karşılıklı hesaplaşmalar üzerine kurulmuş.
Oyunun yazarı Niyazi Gezer 21 gün ruh ve sinir hastalıkları hastanesine özel izinle girmiş ve orada yaptığı gözlemlerden, görüşmelerden ve okuduğu dosyalardan yola çıkarak, ana hatları itibarıyla gerçek bir hikâyeye dayanan “Ben ve Ben” isimli bu oyunu kaleme almış.
Oyun boyunca bu kadının adını duyamıyoruz, belki “kadının adı yok”tur ancak belki de, oyunu izleyen kadınlarından herhangi biri bu isimsiz bir kadında kendisinden izler bazı bulsun istenmiştir ve bu yüzden kadının adını bilmiyor olabiliriz.
Tek kişilik bu oyunda isimsiz kadını Dilfuza Rozıyeva canlandırıyor. Gerek yazar Niyazi Gezer, gerek ışık ve dış sesler gerekse de oyuncu Dilfuza Rozıyeva tek kişilik oyunların kendi doğasından kaynaklanan zorlukların üstesinden başarılı bir şekilde geliyor.
Oyun kadının anne ve babasını bir trafik kazasında kaybetmesi üzerine kurulu olsa dahi, oyunun akışında görüyoruz ki, kadının bu travmadan daha büyük ve daha derinde başka bir travması daha var. Bu durumun altı oyunda kalın olmayan bir şekilde çiziliyor. Belki bu konuda seyircinin dikkatine güvenilmiş de olabilir.
Seyirciye ve sahnenin dışına uzanan Brechtyen bir üslupla oyun akıp gidiyor. Bu üslup kimi zaman seyirciyi belli belirsiz oyuna dâhil ederken, bazen de seyirciyi (en azından bazılarını) oyunun doğrudan bir parçası haline getiriyor. Bu durumu geleneksel tiyatro açısından veya dram tiyatrosu açısından eleştirenler olacaktır tabi ancak oyuna büyük bir enerji kattığını da kabul etmek gerekiyor. Ancak bu durum oyuna epik bir boyut katmaktan daha ziyade, tek kişilik oyunun zorluklarının aşılmasını sağlayan tatlandırıcılardan biri olarak oyuna eklenmişe benziyor.
Oyunda iki kavram öne çıkıyor, delilik ve yalnızlık. Bu iki kavramdan ilkinin sınırlarını belirlemek zor, ikincisini ise tanımlamak. Dolayısıyla bu iki kavrama yaslanan Ben ve Ben oyununu sınırlarını belirlemek ve tanımlamak da bir o kadar zor.
Sonucunda bir Katarsis yaşayalım ya da yaşamayalım, bir filmde, bir oyunda zihnimize nakşeden bir an, bir görüntü, bir söz mutlaka olmalı. Aksi halde bir filmin, bir oyunun izleyicisine bilgi vermek veya bir şeyleri öğretmeye çalışmak dışında bir işlevi kalmaz. Bilgiye kolaylıkla ulaşılan bu çağda, bilgi vermek ya da Brechtyen bir üslupla seyirciyi bilinçlendirme gayreti yerine, seyirciye gündelik hayatında yaşadığı olaylar ve ilişkiler üzerinden çeşitli duygular yaşatmak daha evladır.
Ben ve Ben oyunu bu bakımdan seyirciye istediğini veriyor. Gerek şehir hayatının pratik zorlukları, gerekse her hangi bir şeye odaklamayı zorlaştıran çok sayıda çeldirici varken, büyük şehirde evinden işinden bir tiyatroya gitmek, sonra o oyunu odaklanmış bir şekilde izlemek bugün artık büyük bir maharet ve özveri. Bu özveriyi gösteren seyirciye ödülünü vermek gerekiyor. Ben ve Ben oyunu bu anlamda seyirciye borcunu ödüyor. Sadece kadınların değil her yaştan insanın bizatihi kendisini veya kendi hayatından bazı izleri rahatlıkla bulacağı bir oyun ile karşı karşıyayız.
Tiyatro bir cezbe hali midir? Bence evet, üstelik çağımızın sayısız çeldiricisine rağmen. Çoğu kez dramatik, yer yer epik, bazen komik, seyirciyi zaman zaman oyuna dâhil eden zaman zaman da sarsan, oyuncunun da seyircinin de 70 dakikalığına kendini cezbe halinde bulduğu “kendi kelimeleri ile konuşan” bir oyun sizi bekliyor.
Deniz Kayalı
Ben Ve Ben / Tiyatrose