şehir tiyatrolarının özgürleşmesini keyifle takip ediyorum. cibali karakolu'nu bile sansürleyen devirden, sahnede enternasyonalin söylendiği bugünlere geldik. :D biyografik oyunlar, genellikle anlattıkları kişinin hayatını, tiyatronun temel kaygılarını gözetmeden ele alıyor. sanki o kişinin hayatının ilginçliği, ki gerçekten ilginç denebilecek çok az yazar hayatı söz konusudur, tek başına yeter gibi. bunların gerçekten yaşandıklarını bilmesek, o oyunların pek bir anlamı kalmayacak. amaç belgelemek, 'yeni nesillere' tanıtmak, görünür kılmak ise sözüm yok. amadeus mesela, bunun tam tersidir, mozart yerine x, salieri yerine y deseniz bile oyun matematiğinden hiçbir şey kaybetmez. yaftalı tabut ise metin anlamında, tipik biyografik oyun tuzağına düşüyor. bir artı olarak ise ne yaptığını iyi biliyor. belgesel tiyatrovari bir öğreticilik ile türkiye'nin ilk kadın oyun yazarını bize 'tanıtıyor'. ışıltılı buluşlarla doldurulan sahneleme, seyretmeyi daha da keyifli kılarken, aynı zamanda yetersizlikleri kapatmayı amaçlıyor. sonlarda bir sahne var, hikmet kıvılcımlı ile fatma nudiye arasında, kendi doğrularının çarpıştığı. keşke bütün hikaye, çocukluktan başlatarak değil de o andan başlasaydı, bir odanın içinde aralarındaki gerilim ve çatışma ilmek ilmek dokunsa ve çözülseydi diye düşünmedim değil. yani iyi bir romanın son bölümü gibi izleyebilseydik oyunu. baştaki birçok bölümü (örneğin sınıfta yaramazdır ve okula ayna-tarak falan sokar gibi), sahnede görmemize gerçekten gerek var mıydı?
Yaftalı Tabut / İstanbul Şehir Tiyatroları