Nerden başlamalı ki? Belki de en baştan. Trajik olan nedir? Trajedi nedir? İşler bu kadar sarpa sardıysa eğer, belki en başa dönmeye ihtiyacımız var. Trajik kahraman ne kadar büyük olursa, ne kadar yüksekte olursa, kendi hataları yüzünden aşağıya düşüşü de o kadar büyük ve acı verici olur. Trajik olur. Ancak Muharrem Özcan’nın rejisindeki bu oyunda Lear bir Kral değil, oyun da bir tragedya değil.
Maalesef oyunun daha hemen başında Lear’ın krallık vasfı ve otoritesi, kral karşısında nasıl davranması (oynaması) gerektiğini bilemeyenler tarafından altüst ediliyor. Mahalle muhtarının bile karşısında sesini yükseltemeyecek oyun kişileri koskoca Kral’ı çocuk gibi azarlıyor. Neredeyse üzerine yürüyüp tokadı basacaklar zavallı ihtiyara. Ortada bir Kral kalmayınca, hikayenin devamında (2. Perde) Lear’ın içine düştüğü acıklı durumun trajik olması da imkansız hale geliyor.
Birinci perdenin daha başında Kral’a tokadı basmak yetmezmiş gibi sürekli olarak seyirciyi güldürmeye çalışmak için ortaya konan reji ve mizansenlere ise ne demeli ? Evet güldürmeye çabalamak! Şaka değil. Klasik bir tragedyadan seyirci sıkılabilir diye mi düşündünüz? Bir sürü güzel komedya oyun var. Niye Kral Lear o zaman? Birinci perde boyunca hem seyircinin gülüp eğlenmesini isteyeceğiz, hem de ikinci perde de Lear’a acımasını isteyeceğiz öyle mi? Nitekim Haluk Bilginer’in ikinci perdedeki Lear yorumu kendini bulmaya, doğru bir zemine oturmaya başlasa da oyunu kurtarmaya yetmiyor. Lear, zihinlerimizde, bir Kral olarak değil de, tatlı bunak bir ihtiyar olarak kalıyor sadece. Bu tuhaf reji içerisinde, genç kadrodaki oyuncuların kimisinin tedirginliği sahnede hissedilirken, kimisi ise onlara bahşedilmiş komedinin (!) suyunu çıkarmaktan geri durmuyor.
Klasik oyunlar altına kendi kişisel imzasını atmanın şevki ile yanıp tutuşan sevgili yönetmenler, sizleri insaflı olmaya davet ediyorum. Ayıptır.
Kral Lear / Oyun Atölyesi