Bu kadar güçlü bir metnin gerisinde kalmadan bu oyunu çıkarmak dahi başarıdır. Bununla beraber sahneleme anlamında büyük oynamaya mahal vermeden tek mekanda enerjik tutulabilmiş bir oyun var. Tiyatroda tek mekanda fazla zaman atlaması olmadan oynamak oyunu bayağı hale getirmeye müsaittir, genelde böyle görürüm. Zira o enerjiyi geçirip aksiyonu yaratmak rejinin başarısına ve oyuncunun çalışmasına kalmıştır. Misery’de gördüğümüz ise tamamıyla odaklanmış oyuncular ile oyunu iyi sunmuş bir reji mevcut. Bu başarıyı özellikle ilk oyundan yakalamak ise ayrı bir hünerdir.
Ünlü bir yazar olan Paul Sheldon’ın geçirdiği trafik kazası sonrası onu kurtarıp evinde bakmaya başlayan ve aynı zamanda büyük bir hayranı olan Annie isimli kadınla arasında geçenleri görmek üzere seyretmeye başlıyoruz. Kadının saplantılı bağlılığı ve hayranlığı konuyu açıyor. Oyunun ilk andan itibaren işleyen bir saat gibi kusursuz devam ettiğini görüyoruz. Zaman aktıkça oyunun pürüzsüz akışında herhangi bir aksama olmuyor. Ben böyle su gibi akmasını ve pürüz olmamasını çok başarılı buldum. Seyirci tarafından bakınca da zor olabilirdi, bunu da iyi kotarmışlar. Zira Stephen King metni var diye köpürtmek de bir seçenekti, buna aldanmadan olabildiğince berrak ilerlemek takdir edilmesi gereken kısımdır. Üstelik 75 dakikalık bir süreye bu aksiyonu ve derli toplu anlatımı sığdırmasını da çok takdir ettim, zira yönetmen Kayhan Berkin bu meziyete sahip olmasa uzun süresi olan belki iki perdelik bir oyunla bu metnin altından ancak kalkardı. Her hazır metin biraz çabayla tiyatro oyunu yapılabilir ama sınırları belirlenmiş iyi bir oyun çıkarmak çok çalışarak oluyor, bunu da seyirci gayet fark ediyor.
Cansel Elçin metni elinde tutmayı ve oyunu sahnede yönetmeyi çok iyi başarmış. Kayhan Berkin oyuncusundan bu desteği almasa da ortalamanın üstünde olurdu fakat bu haliyle Cansel Elçin iyi olanı çok iyi hale getirmiş demeliyiz. O yüzden sadece oyunculuğuna bakmadan söylüyorum, kendisi sahneye hakim olmakla beraber seyirciye dahi kulak veriyordu. Sadece negatif gelen kısım Paul Sheldon’ın bazı dramatik kırılma anlarından sonraki sahneleri gerçek hayattan daha sert hislerle göstermesini tercih ederdim. Yine de tiyatro sahnesi için tercih edilen dramaturjiyle daha yumuşak sunulmasını anlayabiliyorum. Sedef Akalın bu oyun için biçilmiş kaftan, oyun bir yerdeyse onun büyük payı vardır, adeta seyrettikçe büyülüyordu. Oyunda hipnoz etkisi yaratan bir isim kendisi. Ben bir karakteri sahnede seyrederken ne kadar iyi bir performans olduğunu tartmak için o karakteri uzun uzadıya ayrı bir oyunda tek başına seyretmek ister miydim diye düşünürüm. Sedef Akalın’ın canlandırdığı Annie karakterini hayatının her detayını görerek seyretmeyi çok istediğimi fark ettim. Sanki oyun akarken her sahnenin içinde kendine ayrı bir alan yaratmış ve orada gelişip büyümüş karakteriyle enfes bir şekilde oynuyordu.
Son olarak bir detayı daha belirtmeliyim. Oyun dekorun kullanımı, oyuncuların duruşu, ses düzeni ile bütün olarak bakınca geleneksel tiyatronun moderne yansıması gibiydi. Eskide kalmamış ama oradan feyz alırcasına sergilenen bir oyundu. Böyle oyunların günümüz tiyatrosu için köprü vazifesi gördüğünü düşünüyorum. Seyirciyi tiyatroda tutmaya, giden seyirciyi geri getirmeye, tiyatroya adım atacakları ise kucaklayarak davet etmeye müsait bir oyun. Umuyorum Misery gibi oyunlar uzun ömürlü olsun ve salonlar hep dolsun.
(Instagram hesabımda, gidebileceğiniz tiyatro oyunlarını, sergileri ve konserleri sürekli olarak fiyat, konum dahil tüm detaylarıyla topluca listeleyip paylaşıyorum. Takip edebilirsiniz. Instagram: @ugurrsavas)
Misery / Tema Sanat