Senenin son #izleyicizlenimi bir #GüzelSon oldu bana.
Mösyö Lambo'nun Meyhanesi'ne davetliyiz a dostlar. Aynı masayı paylaşmak, şöyle bir rakı tokuşturmak, birlikte şiirle demlenip şarkıyla hüzünlenmek için neler vermezdim dediğimiz simalarla üstelik…
Oyunun yönetmeni Volkan Sarıöz bir röportajında şöyle diyor: “Tiyatro sadece sahnedeki oyuncuların bir arada oynadıkları bir şey değil. Yani oyun sahnede oynanmıyor, seyircinin zihninde oynanıyor, yüreğinde oynanıyor.” Bu oyun bende tam da bunu sağladı. Derler ya şairler ölür, şiirler yaşar; işte bir gecede, bir tiyatro sahnesinde o şairler de şiirlerle birlikte capcanlı karşımızda. Güzel Son’u sahneye taşıyan herkese, sadece Lambo’nun meyhanesine biz izleyicileri böyle buyur ettiği için dahi minnet doluyum.
1940’lı yıllarda bir gün. Puslu, sisli bir İstanbul akşamı. O kadar ki insan yolunu şaşırıyor, ikinci evi bellediği meyhaneyi bile bulmakta zorlanıyor. Mösyö Lambo, o akşam meyhaneyi özel bir buluşmaya tahsis etmiş. Gizemli bir davete icabetle meyhaneye önce Nurullah Ataç geliyor. Ardından Orhan Veli, Melih Cevdet, Sait Faik. Ve tatlı bir tesadüfle, İstanbul’dan ayrılmadan son bir defa meyhaneye uğrayan Suat Derviş içeri giriyor. Bir de gece biterken masaya yetişen, davet sahibi Halim Şefik. Gecenin ortaklığı Lambo’nun ev sahipliğinde toplanan dost meclisi. Samimi, muzip, coşkulu… Elbette azıcık kederli. Birbirine sahip çıkan, kol kanat geren; şiirler okuyan, şiirlerle minnetini sunan; ortak dertleri ve inançları ‘büyük insanlık’ olan bir seçili kalabalık. Yoksulluk, baskı, sürgün bir yanda; İstanbul sevgisi, aidiyet, umut diğer yanda.
Bu gerçekçi illüzyon nasıl oluşabilmiş peki? Öncelikle metne özenle çalışılmış olduğu çok belli. Dönemin edebiyat tartışmaları, atışmaları, karakterlerin hayatından bildiğimiz o başlıca nüveler, ezber ettiğimiz dizeler bu dost sohbetine itinayla işlenmiş. ‘Veresiye defteri’ne ayrıca vurgu yapmak gerek, hani Garipçilerin rakı parasını şiirle ödediği şu meşhur deftere… Mösyö Lambo’nun hikayeye dahli de kurguya adeta bir iskelet kazandırmış. Sıcak bir meyhane dekorunda, durmuş bir saat. Zamanın içinde bir sıçramayla bizi o döneme götürüyor. Sonra oyuncular, nasıl da her biri canlandırdığı o karakter olabilmiş. Başı ağrıyan nüktedan Orhan Veli, Türkçe’nin kullanımına dair bitmeyen sitemleriyle Nurullah Ataç, annesine kırgın Sait Faik, memleketi İstanbul’u terk etme hüznüyle Suat Derviş… Ve daha nice kıymetli detay…
Ardımızda bıraktığımız korkunç yılda, tiyatroyla kendimi sağaltma çabama kosmos’un –ve Semaver Kumpanya’nın- hoş bir armağanı oldu Güzel Son oyunu. Çünkü evet, ‘aslında hepimizin ihtiyacı olan bir güzel son’. Minnetle…
Güzel Son / Semaver Kumpanya