Sergi; günümüz dünyasının hızla değişen şartları karşısında insanoğlunun kırılganlığı ile derin bir duygudurum karşısında yeni bir “ben” olma uğruna devinim içinde oradan oraya savrulan ruh hallerinin çarpıcı hikayelerini yansıtan birbirinden seçkin eserleri, tüm sanatseverlerin beğenisine sunuyor.
Hani bir an gelip de aklın sı
DEVAMInırlarını zorlayan tuhaf olayların tüm dünyanızı allak bullak ederek sizi her yönüyle belirsiz gerçeküstü bir serüvene sürüklediğini hissettiğiniz oldu mu? Belki sadece rüyalarınızda… Peki ya gerçek dünyada? İşte Cem Mumcu bizleri böylesi bir zoraki yolculuğa çıkarıyor!
Cem Mumcu, genelde eserlerinde bireyin sıfatları ve sıfatlandırılmasını konu alarak resmettiği soyut, lekesel ve kimi zaman belli belirsiz figüratif ruh tasvirlerini bu sefer bizzat tecrübe ettiği tekinsiz bir serüven üzerinden daha derin, keskin ve net bir tavırla bizlere aktarıyor. Günümüz dünyası ve toplumsal başkalaşımın insanoğlu üzerinde yaratabileceği tahribatın boyutlarına odaklanan sergi; sanatçının başından geçen bir takım talihsiz olaylar dizisinin fitilini ateşlediği zoraki bir yolculuk deneyimini merkezine alarak oluşabilecek duygu sıkışıklıkları ve devinim halindeki türlü türlü ruh hallerinin çarpıcı hikayelerini tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyor.
Sergi fiziksel yapısına göre temelde iki ana bölümden oluşmaktadır; giriş katta yer alan karton, tuval gibi daha sert yüzeyler üzerine resmedilmiş ağırlıklı olarak orta/büyük boy eserlerden oluşan ilk bölüm ve çeşitli kağıtlar üzerine resmedilmiş orta boy eserlerden oluşan bir üst katta yer alan ikinci bölüm. Tüm seçki yer yer mürekkebin eklendiği akrilik boyayla üretilmiş ve kısmen içinde çeşitli buluntular da barındıran karışık teknik ve kolaj eserlerden oluşmaktadır.
İlkine göre teknik açıdan daha disiplinli malzeme seçimiyle dikkat çeken bu sergiyle; Mumcu’nun bizleri daha büyük yüzeylerde, daha fazla renkle, daha akışan, kimi zaman tamamen ayrışarak yok olan ama çoğu zaman ise karışarak bütünleşen ve her birinin ayrı ayrı hikayeler sunduğu eserlerin etrafında tüm bu duygu değişimlerini barındıran bir nevi kendi ruhlar sofrasına davet ettiğine şahit oluyoruz.
Sergideki eserlerin isimleri de en az yapıtlar kadar dikkat çekici. Sanki her biri sanatçının bize o anki hikayesini ve hissiyatını aktarmak üzere titizlikle seçilmiş. Pek tabi Mumcu’nun yazar kimliği devreye girse de aslında onun tamamen her bir eserine özel isimler vererek, içinde bulunduğu an ve ruh halini en iyi şekilde yansıtma çabası içinde olduğunu görüyoruz. Sanatçı bu yolla; yalnız ve bitkin, kızgın ve öfkeli, kırgın ve hüsrana uğramış, anlamaya çalıştıkça her şeyin daha da belirsizleştiği, kaygan ve akışkan, birbiriyle çarpışarak sıkışan ve patlayan, en nihayetinde tüm bu devinimleri ardında bırakarak yeniden kendiyle barışmak uğruna tüm bu duygu akışkanlığını sahiplenip kişiselleştiren bir ruhun, bir nevi Anka kuşu misali yeni bir “ben” olma yolculuğundaki o en mahrem “an”larına tanıklık etmemize olanak sağlıyor.
Cem Mumcu, her ne kadar durumu kendine has ve oldukça kişisel bir noktadan ele almış olsa da eserlerine bunu aktarırken, yüzeye yerleştirdiği tamamen rastlantısal ve zahmetsiz gibi görünen minimal birkaç eklentiyle tam da istediği o an’ı ve ruh halini mümkün olduğunca az ve özle tasvir ederken, aynı zamanda bizlere o şahsi anla yakınlık kurabilme imkânı veren bir sanatçı. İşin ilginç yanı bunu en temel yalın dürtülerden, arap saçına dönmüş alabildiğine karmaşık duygudurum hallerine kadar geniş bir yelpazede sadece renkle başarabiliyor olması. İzleyeni tam da istediği bir pozisyona, bütünü adlandıramadığı bir yakınlık hissine, getirerek olanların bir anda farkına varmamıza ve bizlerde yaşattığı bu empati duygusu sayesinde artık tüm meselenin kişisel olmaktan çıkarak anonimleştiğine, “ben” olmaktan çıkıp “biz” olmaya doğru evrildiğine şahitilik ediyoruz.
DAHA AZ GÖSTER