Cem doğayla ilişkisini oldukça kısıtlı zamanlarda kuruyor, çoğumuz gibi. Eve giderken yoldaki ağaca sarılıyor, yılda birkaç kez gittiği tatillerde doğaya karışıyor ve mutlaka görüntülemek istiyor, onun heyecanıyla neler çekmişim diye yatağının içinde pıt pıt izliyor, sevdiği müziklerle bir araya getiriyor çektiklerini. Bazen tüm gün bunun
DEVAMI hayaliyle akşamı iple çektiği oluyordur. Çoğumuzun Cem'den farkı, doğaya bu derece iştahla bakmıyor oluşumuz, insana da kendimize de iştahla bakmadığımızdan zaten aynı sonuçları çıkarmıyoruz. Cemin insanla ve doğayla ilişkisi bana göre bir iştah meselesi, haz almak ve korkmamak, sonuçları asla düşünmemek. Yiyebilse dağ yerdi mesela, hatta dağlar, bulutlar ve libido üzerine bir anlatımı vardır, belki bir gün paylaşır herkesle. Çoğumuz doğadan da insandan da "huzur" bekliyoruz, o ise huzurdan ziyade karmaşıklığı ve öngörülemezliği kokluyor, bundan haz alıyor. Doğayla sevişiyor gbi bir hali var, insanlara olan merakı, ilişkisi de öyle. Kırk yılın başı nutella yemesine izin verilmiş çocuğun kocaman gözleri ve açılan ağzı, ilk kez bir sevgili sahibi olmuş 16 yaşında bir gencin boş ev heyecanı gibi bir şey. Hazzın en ilkel ve sahici hali. Yaramaz ve doymayan bir ruh. Kağıdın başına geçtiğinde de aynı heyecanla ve öngörülemezlikle başladığı şeyin sonunda, kendi yaptığına şaşıran hali görülmeye değer. Ellerine bulaşmış boyalardan kurtulmak istemeyen bir çocuk o. Her çizdiği, her boyadığı şekilden, postürden, iskeletten ve kıyafetlerden bağımsız portreler ve haller. "Ahh biliyorum bu adamı galiba", "bu kadın nasıl bu kadar tanıdık?", "bu duygunun ancak böyle anlatılacağını nereden biliyorsun?" dediğim olmuştur sık sık. Tek bir damladan koca bir ruhu resmedebiliyor kendisi de farkında olmadan. Ürettiği herşey bu sihrin etkisinde, kendisi hariç, bunu bilerek yapıyor gibi değil, farkında olacağı güne kadar da üretecek.
DAHA AZ GÖSTER